Paylaş
Aslına bakarsanız, parlamentonun sekiz yıllık temel öğretimle uğraşması ve ülkenin diken üstünde oturması hiç gerekli değildi. Anayasa ‘‘İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur'' demekte ve 1973 tarihli Milli Eğitim Temel Yasası da ‘‘İlköğretim, 6-14 yaşlarındaki çocukların eğitim ve öğretimlerini kapsar'' hükmünü taşımakta. Ayrıca, aynı yasa, ‘‘İlköğretim kurumlarından olan ilkokullar ve ortaokullar, bağımsız okullar halinde kurulabileceği gibi, imkân ve şartlara göre birlikte kurulabilirler'' diyerek kesintisiz sekiz yılın kapısını da pekâlâ açık tutuyor.
Üstelik, imam hatip liselerindeki orta kısımların yasal dayanağı da yok. 1951'deki Demokrat Parti iktidarında Müdürler Komisyonu kararıyla kurulan yedi yıllık imam hatip okullarının dört yıllık birinci devresi 1971'de Talim ve Terbiye Kurulu kararıyla kapatılmış, ama sonra, 1974 Ağustos'unda CHP ile Milli Selamet Partisi'nden oluşan ilk Ecevit hükümetince yeniden açılmıştı.
Yine Talim ve Terbiye Kurulu kararıyla.
Dolayısıyla, bugün, yine aynı Kurul kararıyla, 1973 yasasının gereği olan sekiz yıllık temel öğretimi tam olarak uygulamak ve imam hatip liselerinin orta bölümlerini kapatmak mümkündür.
Konunun Meclis'e getirilmesi, sorunu referanduma kadar götürüp halk yığınlarının tepkisini sonuna kadar kullanmayı amaçlayanların oyununa gelmekten başka bir şey değildir.
Ama, olan oldu; artık, dönülmez.
Yalnız, bir tehlike var: Sunulan tasarının 4. maddesi kaş yaparken göz çıkarma tehlikesini taşımaktadır.
Okullardaki zorunlu din kültürü ve ahlak öğretimi dışındaki ‘‘isteğe bağlı din eğitimi ve öğretimi ile Kuran kursları ve hafızlık eğitimi''nin ‘‘örgün eğitim kurumları dışında Diyanet İşleri Başkanlığı'nca verilmesini ve Milli Eğitim Bakanlığı'nca denetlenip gözetilmesi''ni bu yasanın hükümleri arasına koymak çeşitli olasılıkları akla getiriyor.
İlk önce, Anayasa açısından: Bu işe ‘‘eğitim ve öğretim'' adını verdiniz mi, Anayasa'ca ‘‘devrim yasaları'' arasında sayılan ‘‘Tevhid-i Tedrisat'' Yasası'na uymak zorundasınız; böyle bir görevi Milli Eğitim Bakanlığı'ndan başka bir makama, hatta Diyanet İşleri Başkanlığı'na veremezsiniz. Denetim ve gözetimin Bakanlık'ta olması Anayasa'ya aykırılığı gidermeye yetmez.
Gerçi, yasanın amacı son derece içtenlikli ve anlaşılabilir bir amaçtır: Bu işleri ‘‘ne idüğü belirsiz'' ellere bırakmamak.
Ama, başlangıçta dinin cumhuriyete karşıt bir güç durumuna gelmesini önlemek amacıyla ‘‘genel idare'' içinde kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı da, son yıllarda mezhepçi, hatta şeriatçı akımların etkisinde kalmamış mıdır?
İkincisi, sözde ‘‘isteği bağlı'' olacağı söylenen bir ‘‘eğitim ve öğretim''in ‘‘örgün eğitim kurumları dışında'' yürütüleceğini söylemek pek inandırıcı değildir. Toplum baskısıyla çocuklarına bu ‘‘eğitim ve öğretim''in verilmesini mutlaka isteyecek olan veliler, çok geçmeden, ‘‘Niçin okullarda verilmesin? Yavruları oradan oraya taşımanın ne anlamı var?'' demeye başlayacaklardır.
Pek yakında, hatta bu tasarı görüşülürken, ‘‘Çarşamba ve cuma günleri öğleyin öbür dersler tatil edilsin, çocuklarımıza dinleri öğretilsin!'' istekleri yağacaktır.
Çünkü bir cumhuriyet, hem de temelinde devrimcilik ve pozitivizm yatan bir cumhuriyet, dinden medet ummaya başladı mı, bu gidişin sonu yoktur.
Paylaş