Paylaş
Uzun süredir, bütün Türkiye içinden çıkılmaz bir ikilemle karşılaşmışçasına kıvranıp duruyor: Refah Partisi kapatılmalı mı, kapatılmamalı mı?
Eksik olmasınlar, dıştaki ‘‘Türkiyeseverler’’ de bu kıvranışa katılmakta.
Sanki içte ve dışta düşünmekle, tartışmakla, yararlarını ve zararlarını ölçüp biçmekle böyle bir soruya yanıt bulunabilecekmiş gibi.
Konunun bir hukuk konusu olduğu ve bir yargı organının önünde bulunduğu düşünülmemekte. Unutuluyor ki, karar vererek partiyi kapatıp kapatmayacak olan, Anayasa Mahkemesi'ndeki on bir kişidir.
Fakat, ‘‘O kadar da basit değil’’ deniyor, ‘‘hükmün siyasal sonuçları var; Anayasa Mahkemesi bu sonuçları düşünmeden karar veremez’’. Kapatmazsa cumhuriyet tehlikeye girermiş, kapatırsa da demokrasi zedelenirmiş.
Kapatılamamış bir Refah Partisi'nin iyice büyüyüp laikliği tümüyle tehlikeye sokacağı, kapatılmışının küllerinden de, ister istemez, mazlum görüneceği için erken ya da geç ilk seçimde daha güçlenmiş bir Refah'ın doğacağı söylenmekte.
Hukuk devletinden söz eden yok.
Hukuk devleti varsa ve bu hukuk devletinde partiler için kurallar konarak bunlara uyulup uyulmadığına bakan bir Anayasa Mahkemesi parti kapatma yetkisiyle donatılmışsa, susup beklemek daha doğru değil midir? Hukuksuz cumhuriyet ve hukuksuz demokrasi olamayacağına göre, Anayasa Mahkemesi'nin sadece ve sadece hukukun gereklerine uyarak karar vermesi durumunda, hukukla birlikte cumhuriyet ve demokrasi de korunmuş olmayacak mıdır? Siyasal endişelerin yükünü Anayasa Mahkemesi'ne yüklemenin, o organı siyasallaştırmaktan başka anlamı olabilir mi?
Refah Partisi, şöyle ya da böyle, cumhuriyet için gerçekten tehlikeyse, konuyu Anayasa Mahkemesi'nin bir tek kararından medet ummaktan öteye, daha geniş boyutlarıyla düşünmek gerekir. Hukukun gereği elbet yapılır; ama, tehlikeyi önleme sorumluluğunu Anayasa Mahkemesi'ne yıkmak ne derece doğrudur?
Basit fizik kurallarıyla düşünelim: Bir sistemde parçalardan biri tehlikeli ölçüde ağırlık kazanmışsa, en kolay çare onun karşısında en az aynı ağırlıkta bir parça yaratmak değil midir?
Laik cumhuriyete yönelik tehlike arttıkça, Anayasa Mahkemesi'nin ya da Silahlı Kuvvetler'in oluşturduğu karşı ağırlıklara sığınmak yetmez. Hatta, ekonomik ve sosyal konulardaki tutumlarına bakmaksızın laiklikten yana siyasal partilerin ya da rastgele sivil kuruluşların bir araya getirilmesi de yeterli değildir. Çünkü laik cumhuriyetin tehlikeye girmesi, cumhuriyet karşıtlarının yalnız dine ilişkin tutumlarındaki güçten kaynaklanmıyor. O tutumlar ve düşünceler, cumhuriyetin eksik kalmış ekonomik ve sosyal boyutlarında, bozuk ve plansız düzende, iyi eğitilmemiş, sağlıksız, dengesiz, kör piyasa koşullarına terkedilmiş bir toplumun boşluklarında kolayca yuvalanabilmektedir.
Mevcut karşı ağırlıklar elbette ayakta tutulmaya devam edilmeli. Ama, asıl çare ve gerçek karşı ağırlık, toplumu bütün boyutlarıyla ele alan ve her alanıyla değiştirmeyi amaçlayan bir devrimci cumhuriyetin yarım kalmış atılımlarını tamamlayacak siyasal gücü yeniden yaratmaktır.
Laik ve demokratik cumhuriyetin gerçek güvencesi, devrimciliğidir.
Paylaş