Paylaş
Kıyametin ne olduğu din kitaplarında ayrıntılı biçimde anlatıldığı için, dünyanın sonu gelince neler olabileceği konusunda epeyce bilgimiz olduğunu sanırız. Ama, dünyanın, daha doğrusu evrenin başlangıcı konusunda bir sürü bilgin bir yığın kuram ürettiği halde, nedense, bu konudaki ‘‘bilgi’’ dağarcığımızdan kıyamet konusunda olduğu kadar emin değilizdir. Eski Yunanlılar, o döneme ‘‘kaos’’ deyip çıkmışlardır işin içinden.
Dolayısıyla, uzayın sonsuzluğu konusundaki bilgilerimiz hálá eksik olsa bile, en azından, her şeyin artık yerli yerine oturmuş olduğu ve bunun da bilindiği bir güneş sistemi konusunda artık kaostan söz edilmemesi gerekir.
Ediliyorsa, giderilmesi gereken bir bilgisizlik ve düzeltilmesi gereken bir düzensizlik izlenimi var demektir.
Kötü yönetilen Türkiye'nin şimdi geldiği noktada, belli ki, seçimler zamanında yapılmasa da kaos olacak, yapılsa da. Çünkü, yön duygusunu yitirmiş bir ülkede yön göstermesi gerekenler görevlerini yapmamışlardır.
Şimdi, şöyle ya da böyle, bilinen ve bu sütunda ayrıntılarıyla sıralanan çeşitli nedenlerle toplanabilmiş bir Meclis var. Hiç olmazsa bu noktada, birilerinin yön göstermesi ya da yön göstermek isteyenlere kulak vermesi gerekmez mi?
Aslına bakarsanız, o birileri, özellikle Öcalan yakalandıktan sonra, Pişmanlık Yasası'nın çıkarılması ve DGM düzenlemesinin yapılması için Meclis'i toplantıya çağırmak gereğini duymuşlar, ama ‘‘Toplarsak, erteleyicilerin tuzağına düşeriz’’ itirazı karşısında hemen pes ederek vazgeçmişlerdir.
Cumhurbaşkanı, hem devletin başıdır, hem de bu konuların konuşulup aynı gereğin duyulduğu Milli Güvenlik Kurulu'na da başkanlık etmiştir. Anayasa'ya göre, Meclis'i o çağırabilirdi; hükümet ya da Meclis Başkanı da çağırabilirdi.
Şimdi, Meclis'in başkalarının girişimiyle toplanmış olması yahut bu girişimde rol oynayanlardan bir bölümünün ‘‘İlle de şu yasa!’’ diye tutturması, asıl yapılacakların yapılmaması için yeterli gerekçe midir? Hele, konuyu serinkanlı düşünmek ve olumsuzluğu olumluya dönüştürmek durumundaki hükümetin gereksiz bir inatlaşma içine girmesi doğru mudur?
Kaosu önlemekte medyanın da gerekeni yaptığı söylenemez.
Gazeteler ve televizyonlar, inatlaşmanın içinde yer aldılar. Kötüye gidişleri doğru yöne döndürme ve kamuoyunu aydınlatma görevi yerine getirilmedi. Meclis gündeminin asıl ne olması gerektiğini Metin Toker'den başka kimse yazmadı; tartışma konularından birini oluşturan 312'nin ne olup ne olmadığını Milliyet'ten başka doğrudürüst belirten gazete çıkmadı; konunun yazar-çizerler açısından önemi üzerinde Oktay Ekşi'den başka kimse durmadı.
Kamuoyu, küskünlerle barışıklar arasında bir vodvil seyircisi sayıldı.
Oysa, yapılacaklar açıktır: Türkiye'nin hem dış dünya önüne pürüzsüz bir yargılamayla çıkabilmesi, hem de bir genel seçim sonrasında yeniden kaos yaşamaması için hemen mutlaka yapılması gerekenleri önem sırasına sokmak ve süre bu listeyi tamamlamaya yetmeyecekse seçimleri normal tarihine bırakmak.
Unutmayalım ki, böyle bir değişikliğin özü, bir erteleme değil, aslında bir normalleştirmedir ve sistemi daha sağlam temellere oturtacak sağduyulu bir yaklaşım için vakit hiçbir zaman geç sayılmaz.
Paylaş