Paylaş
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin Başkanı Glafkos Klerides, İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri'nde pilottu. Almanlar uçağını düşürünce o da esir düşmüş, sonra esaretten kaçmıştı. Adadaki Rum gazetelerinden Fileleftheros'un yazdığına göre, geçen hafta, Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısı dolayısıyla gittiği New York'ta Yunan kökenli Amerikalılar'la konuşurken bu olaya değinmiş ve ‘‘Özgürlük insanların tartışılmaz hakkıdır; gerekirse Kıbrıs'ın özgürlüğü için yeniden savaşırım!’’ demiş.
‘‘Savaş’’ sözcüğü bugünlerde Kıbrıslı Rumların ağızlarında sıkça dolaşan bir söz. Nikiforos tatbikatının yarattığı ortam bu coşkulu savaşçılık havasını daha da körükledi.
Kıbrıslı Rumlar, kendileri saldırganlaşmadıkça Türk tarafının ve Türkiye'nin Güney'e karşı asla askeri harekât girişiminde bulunmayacağını bilmezler mi? Pekala bilirler.
Değil birkaç S-300 füzesini, dünyanın silahını da yığsalar, Türkiye'nin ezici üstünlüğüyle başa çıkamayacaklarını görmezler mi? Görürler elbette.
Yunanlılar, Baf'a hava üssü, Limasol'a deniz üssü kurmakla, Girit'ten birkaç uçak, Rodos'tan iki-üç hücumbotu gönderip Kıbrıs semalarında ve sularında dolaştırmakla Güneydekileri ancak birkaç gün koruyabileceklerini düşünmezler mi? Tabii ki, düşünürler.
Moratoryumları çiğneyip yeri göğü birbirine katarak sürdürülen manevralarda ‘‘Girne'ye geri dönme’’ provaları yapmanın ciddiye alınacak bir yanı olmadığını kendi kendilerine itiraf etmezler mi? Ederler inşallah.
O halde?
Amaçlarının gerginlik yaratıp dünya kamuoyunu ve Batılı devletleri bir kez daha ayaklandırmak, sonra da kuzu postuna bürünüp Türkleri kurt göstermek olduğu açıktır.
Üstelik, suyu gerçekten bulandıran kendileri olduğu halde.
Ayrıca, füzelerin gelmesi ve kurulması dolayısıyla Türkiye ile Rusya'yı karşı karşıya getirmekle gerginliği bölgenin kuzeyine de yayabileceklerini ve Rusya'yla çatışma olasılığı karşısında Amerika'yı büsbütün telaşa vereceklerini hesapladıkları da açıktır.
Bu açık hesap ancak aynı ölçüde açık bir tutumla boşa çıkarılabilir: Türk tarafının Kıbrıs ve Ege konularındaki doğru çizgisinden hiçbir suretle vazgeçmemek ve bu uğurda savaşı bile göze alabilen bir kararlılık sergilemek.
Rizikolu, ama öbür tarafın oynamak istediği pokere karşı sonuç alabilecek tek tutum.
Savaşçı palavraları etkisizleştirmek ve sürekli barışı sağlamak, ne yazık ki ancak böylesine kararlı bir savaşçılıkla mümkün olabiliyor.
Ama, bu tutumun etkili olabilmesi Türkiye-Rusya ilişkilerinde çok duyarlı ve sağlıklı bir çizginin sürdürülmesine bağlıdır.
Rusya Federasyonu içindeki çalkalanmalara gereksiz yere bulaşmayarak.
Orta Asya Cumhuriyetleriyle ilişkileri, Moskova ile yarışma ve zıtlaşma değil, bir işbirliği ve yakınlaşma konusu sayarak.
Ondokuzuncu yüzyıl tarihini anımsatan Ortodoks dayanışmalarının ancak Rusya'daki aşırı unsurların ekmeğine yağ süreceğini herkese anımsatarak.
İki ülke arasındaki ekonomik ve ticari bağlantıları daha da geliştirerek.
Elindeki gücü ve önündeki olanakları ustaca kullanmayı bilen bir Türkiye'yle kimse baş edemez.
Paylaş