Paylaş
Adına bakmayın, karabatak en sevimli kuşlardan biridir. ‘‘Kara’’lığı, renginden gelir; ‘‘batak’’ oluşu ise, taş gibi batarcasına hızla dalıp yüzerek derinlerde balık tutmasından kaynaklanır. İnsanların kolay erişemediği uzak yerlerde avlandığı için yakından görülmez, sevimliliği fark edilmez.
Ama, geçen gün birdenbire ekranlara çıktı. Karayakıt mazota bulaşmış, ölmek üzereyken. Nefes alabilmenin çırpınışıyla, ince uzun, ucu biraz kıvrık gagasını ardına kadar açarak can çekişmekteydi. Boynu, zarif kuğu boynu kadar uzamıştı. Tüyleri sıvışık mazotla vücuduna yapıştığı için, Karadeniz'de rastlanan cinsten ‘‘tepeli’’ olup olmadığı bile belli değildi.
Bütün o kara renkler ortasında tek belli olan, deniz gecelerinin iskele seyir fenerleri gibi parlak, kıpkırmızı, yakut yuvarlağı bir göz.
Unutmayalım ki, birkaç gün boyunca ekranların o yürek paralayıcı görüntülerine bakanlar, gönüllü çevrecilerin uzatabileceği şefkat ellerini aramışlardır boş yere. Gelip o hayvancıkları mazottan temizlemeleri, sarıp sarmalayıp iyi ederek yeniden denize salmaları beklenirdi.
Daha henüz bir hafta önce Fransa'nın Brötanya kıyılarındaki yüzlerce gönüllünün yaptığı gibi.
On beş bin tonluk Erika tankerinin Atlantik fırtınasında batışından sonra kirlenen o yüzlerce kilometrelik sahilde, insanlar, sadece mazotlu kumsalları temizlemek için değil, kıyıya vuran kuşlara can vermek için de çırpınmışlardı.
Florya'nın Menekşe'sinde ise, yalnızca tanker trafiğini protesto eden bir pankart ve birkaç gösterici.
Kuşları kurtarmaya çalışan tek çevreci görünmedi ekranlarda.
Kimbilir, belki varlardı da, kameralarla yansıtılmaya değer görülmedi.
Muhtemeldir, yarın, yıl sonu telaşı ve yılbaşı mahmurluğu geçince bütün şıklıklarıyla gelip gösterili ve gösterişli protestolarını yine yapacaklar, ekranlar da bol bol yansıtacak.
Kuşlar öldükten sonra.
Demokratlık, ilericilik, solculuk gibi çevreciliğin de, öze inmek ve somuta uzanmak yerine, söze ve soyuta takılıp kalması bu toplumun düşündürücü özelliklerinden biridir. Çoğu zaman, karşı çıkılan durumların özünü ve temel nedenlerini düşünmeye yanaşmaz, ya da gerekli çözümlerin beklediği somut ve amaca yönelik eylemlerden uzak dururuz. Örneğin, yürekler, yoksulluk görüntüleri karşısında burkulur; ama kafalar bunları yaratan sistemdeki bozukluğu sorgulamaya yanaşmaz, ya da ayaklar bozukluğun düzeltilmesine yönelik eylemlere ve örgütlenmelere gitmez. Oysa, duygular sonrasında soyutla somutu akıllıca sentezlerde birleştiren bir yaklaşıma varabilmeli insan.
Çevrecilik de, sistemdeki büyük kirlenişe göz yumup sadece görünürdeki pisliği hedef alacak kadar yerel ve yüzeysel olanla yetinemeyeceği gibi, herhalde mazota bulanmış karabatağın ölümüne seyirci kalacak kadar da genellik ve soyutluk bulutlarında gezinemez.
Paylaş