Paylaş
Bizimki de dahil, birçok dildeki ‘‘kapris’’ sözünün kökeninde Latince'nin ‘‘capra’’ sözcüğü yatar.
‘‘Capra’’, yani keçi.
O sevimli hayvanın yürüyüşü ve hali tavrı düzensiz sıçramalarla, beklenmedik koşuşlarla dolu olduğu için, iyi düşünmeden ansızın alınan kararların, sürekli değişkenliğin, istikrarsız, düzensiz davranışların, geçici heveslerin adı da ‘‘kapris’’tir.
Nitekim, musikide alışılmamış ses düzenlemeleriyle dolu, çok canlı bestelere de ‘‘kapriçyo’’ denir. Çaykovski'nin ‘‘İtalyan Kapriçyosu’’ gibi.
Apo dolayısıyla İtalyan makamlarına egemen olan belirsizlik ve tutarsızlık, acaba o ülkenin halkına özgü olan ve bir kapriçyo ezgisi gibi hoş görülebilecek kaprisler toplamından mı ibarettir?
Yoksa, olupbitenlerin gerisinde, İtalyan devletinin bile denetlemekte aciz kaldığı bir senaryo, o ülkeyi de aşan uluslararası bir komplo mu vardır?
Komplo kuramlarına gitmeden de düşünebilirsiniz ki, Güneydoğu sorununu uluslararası düzeye taşınmış bir dış politika konusu yapmak isteyen, hatta bundan kendi planları için sonuç uman ‘‘üçüncü taraf’’lar da pekala olabilir.
Yani, dün bu sütunda sözü edilen ‘‘bahane’’lerden yararlanarak iade gereğine uyulmamasını sağlamak, ‘‘parlamento’’su zaten oluşmuş bir ‘‘sürgün’’ devletinin yürütme organını da tamamlamak ve arkasından ‘‘Şark meselesi’’ne 1919'da kaldığı yerden devam etmek! Niçin olmasın?
Başkalarına bundan büyük zarar gelmez ama, herhalde İtalya ve Türkiye çok zarar görür.
Türk-İtalyan ilişkileri de.
O ilişkiler ki, zaten son zamanlarda layık oldukları düzeyin hayli altında kalmış durumdadırlar.
Her iki tarafın karşılıklı ihmalleri, önemsemezlikleri ve ‘‘fikr-i takip’’ten yoksun oluşları yüzünden.
Yahut, iki ülkenin iç istikrarsızlıklarını karşılıklı ilişkiler aleyhine kullanıp diplomatik misyonlarca başarılmaya çalışılanları başarısızlığa uğratmak isteyenlerin çabaları ‘‘sayesinde’’.
Oysa, ortak deniz çevresinde ortak çıkarlar için işbirliği yapmaktan en çok yarar sağlayacak, halklarının karakteri ve tanışıklığı bakımından birbirini anlamaya en yatkın iki devlet varsa, onlar da cumhuriyetçi İtalya ile cumhuriyetçi Türkiye'dir.
Osmanlı ve Mussolini dönemlerinin yine de fazla yara bırakmadan gelip geçmiş olaylarını Akdenizliliğin unutkanlığıyla kolayca geride bırakarak.
Tuhaf olan, sol akılcılığa ve sağduyuya en çok gereksinim gösteren bir gerilimin iki yanda tam ters cephelerce körüklenmek istenmesidir: İtalya'da meclis ve hükümet içindeki sol ile Türkiye'de Meclis ve hükümet dışındaki sağ!
Bu durumda, her iki ülkenin soluna sağına anlatmak gerekir ki, masum çoluk çocuğu öldürerek siyasal amaçlarına varmak isteyen bir harekete kanat germek nasıl insancıllığa sığmazsa, anlık kızgınlıklar yüzünden kendi ülkesinin dış politikasına zarar verecek akılsızca taşkınlıklara kapılmak da ulus sevgisine aynı ölçüde ters düşer.
Paylaş