Paylaş
Doktor Claudia Kossendey, Federal Almanya parlamentosunda milletvekili olan Thomas Kossendey'in eşi. Bir politikacıya ‘‘hayat arkadaşlığı’’ etmenin ne demek olduğunu anlatıyor: Hem kendi mesleğini ve evin işlerini yürütmek, hem de siyasal mücadelede eşinin moralini yüksek tutmak, sekreterlikten telefon yanıtlayıcılığına kadar çeşitli destek hizmetleri vermek, seçmenlerin yakınmalarına katlanıp isteklerine yetişmek.
Konuştuğu yer, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin konferans salonu. Geçen haf tasonu İzmir'de düzenlenen ‘‘Farklı Cinslerin Eşitliği’’ sempozyumuna o da böyle bir katkıda bulundu.
Kadınlar için meslek sahibi olmanın öneminden söz ederken, eşiyle eşit olmak için ‘‘İlle ben de milletvekili olmalıyım!’’ diye tutturmadan.
En sağlam eşitliğin eşit saygıdan geçtiğini, her iki taraf en iyi yapabildiği asıl işini yaparken de karşılıklı paylaşımın, tamamlayıcılığın, düzelticilik ve uyarıcılığın olabileceğini vurgulayarak.
Belki, sempozyumu düzenleyenlere ‘‘Şu sırada kadın-erkek eşitliğini tartışmanın sırası mı?’’ diye sorabilirdiniz. Ama, o zaman da verilecek en aşikar yanıt, ‘‘Sırası mırası yok; kadın cinsine ne kadar eşit davrandığını ve böylece ne denli çağdaş olduğunu dünyaya ispatlamak uğruna bir Çiller felaketi yaşamış olan Türkiye'de böyle bir tartışma her zaman yararlıdır’’ biçiminde olurdu.
Gerçekten de, Demirel'in Çankaya'ya çıkışı sonrasında yaşananları şöyle bir düşünürseniz, Bayan Çiller'in öne geçişindeki en büyük etkenin hem parti tabanında, hem de bütün kamuoyunda ve özellikle bayanlar canibinde duyulan bu ‘‘vitrin’’ tutkusu olduğunu anımsarsınız. Nedense, çağdaş görünmek ve bu görüntüyü kadınlık konusundaki davranışlarla sağlamak bu toplumda her zaman çağdaşlığın özünü düşünmekten daha ağır basmıştır.
Şimdi, karar organlarında cinsiyet kontenjanı uygulayan CHP'nin Kurultay'a gidişinde de aynı konu yine gündeme gelecek.
Kadınlığın çağdaş topluma ve özellikle çağdaş siyasete katkı yolunu yapay düzenlemelerle sağlamak en iyi çözüm mü acaba?
‘‘Toplumun belli bir kesimindeki ortak aklı örgütleyip eyleme dönüştürme mekanizması’’ olan siyasal partileri çağdaşlaştırmak açısından bu konu üzerine lehte ve aleyhte çok şey söylenebilir. Ama, herhalde, kadınlara belli bir ağırlık tanımaktan da önce düşünülmesi gerekenin parti-içi demokrasiyi sağlamak olduğu kesindir. Seslerini ve özlemlerini duyuramayanlar, katkılarını karar organlarına yeterince aktaramayanlar yalnızca kadınlar mıdır? Partili olup siyasal mücadelenin içinde yer almak, düşüncesini ve emeğini bir davaya adamak isteyen binlerce insan var ki, partilerin hoyrat, bencil, tekelci, hizipçi ve harcayıcı ortamından ürkmekte, kıyıda köşede durmayı yeğlemektedir.
O insanlarla birlikte gençleri ve özellikle de kadınları siyasete çekmenin yolu partilerin görüntüsünü değil, içini demokratikleştirmek değil midir?
Paylaş