Paylaş
ÜST dairelerden birinde oturan ve o sırada aşağı inmekte olan Nezahat Hanım, onları merdiven çıkarlarken görmüş, belki kendisini arıyorlardır diye kime gittiklerini sormuş. Ellerinde edevat çantasına benzer bir şey varmış. ‘‘Tesisat tamircisiyiz, Mefharet Hanım için geldik’’ demişler.
Meğer, sakinlerinin evde bulunmadığından emin olduktan sonra kapıları bir biçimde açıp giren ve apartman dairesi soyan hırsızlarmış bunlar. Akşam işten dönüp de pahada ağır, yükte hafif nesi varsa çalındığını gören Mefharet Hanım, ‘‘Benim adımı, o saatte evde olmadığımı nereden biliyorlardı?’’ diyor ve hemen ekliyor: ‘‘Daha önce de evimi soyan, yakalanınca polislerle birlikte tatbikat için gelen hırsızlar olmalı bunlar; henüz hüküm giymemiş olsalar bile, ya cezaları on yıldan hafif olacağı için afla çıkıp yine gelmişlerdir, ya da yine çıkanlara adımı ve adresimi vermişlerdir.’’
Belki böyle değil; ama, af dolayısıyla ‘‘kader kurbanı’’ olduğuna inanan Mefharet Hanım öyle düşünüyor.
Toplumun çok büyük çoğunluğu da.
Cinayetler ve gasplardan çok, hırsızlık, yankesicilik, dolandırıcılık gibi suçlar çoğalınca büyük çoğunluğun böyle düşünmesini önlemek zordur. Çünkü, siyasal hükümlüleri içeride tutup on yıla kadarki adi cezalıları ‘‘şartlı salıverme’’, bu çeşit suçlardan cezaevine giren herkese kapıları açmıştır.
Geçim koşullarının ağır, işsizliğin yüksek ve çabuk yoldan voli vurmanın yaygın olduğu bir toplumda başka türlü bir sonuç düşünülebilir miydi?
Fazilet Partisi'nin kapatılma olasılığı ortaya çıkınca ‘‘Kapatılırsa olacakları düşünmek bile istemiyorum’’ diyen Sayın Başbakan'ın affın sosyal sonuçlarını da ‘‘düşünmek istememiş’’ olması mümkün mü? En azından ‘‘çocuğuyla mahpusluk çilesini dolduran hanım’’ı düşündüğü biliniyor.
Ama, af, gazetelerin yazdığına göre o hanımı bile çıkarma sonucu vermediyse, o halde niçin çıkarılmıştır? Yarattığı bütün eşitsizliklerle?
Eşitsizlik düzeltmeyi dolaylı yoldan Anayasa Mahkemesi'ne havale edip sonra da geçersiz eşitlik kuramları üretmek, başka tutarsızlıklarıyla zaten ağır yara almış olan bir iktidarı hayli hırpalamışa benziyor.
Başbakan'ın izinden giderek ‘‘Nizip'te baklava çalan gencin cezaevine girmesiyle bankaları boşaltıp Türkiye'yi soyup soğana çevirenler arasındaki farkı görmeliyiz’’ diyen bir Sayın Başbakan Yardımcısı için Anayasa Mahkemesi Başkanvekili'nin söyledikleri çok ağır: ‘‘Bunu söyleyen insan, önce kendisi TBMM'de bu görüşmeler yapılırken baklava çalanlar, banka içi boşaltanlar ve teröre yataklık yapanlar arasındaki hukuksal ilişkiyi göz önünde tutmalıydı.’’
En acıklısı şu: Asıl yapmak istediğini açık söyleyip sorumluluğunu yüklenmek yerine başka bir şey yapar görünüp asıl yapmak istediğinin sorumluluğunu başkasına yüklemek marifet olunca, bu ülkenin insanları şaşkınlaşıp sisteme güvenlerini büsbütün yitiriyorlar.
Demokrasiyi yıkan, onların ‘‘yetersiz’’liği midir, yoksa berikilerin ‘‘marifetli’’liği mi?
Paylaş