Paylaş
Yavuz Gökmen sağ olsaydı, herhalde çok sevinirdi.
Ama, ne yazık ki, haber birkaç saat geç geldi: En hızlı fanatiklerinden biri olduğu Galatasaray, iyi hazırlanmışlığıyla, kazanma hırsıyla ve maçlara sonuna kadar asılma konusunda bilinen azmiyle Juventus'u korkutmuş, İstanbul'a bu hafta gelmekten vazgeçirtmişti.
Olayın özü budur: Son haftalarda form düşüklüğü gösteren, bazı oyuncuları cezalı ya da sakat olan Juventus, takıma çekidüzen verip moral düzeltmek için en azından bir haftalık zaman kazanmaktan başka çare bulamamıştır.
İki ülke arasındaki sorunu, sanki spor dolayısıyla ve sporcular arasında çıkmış bir gerilimmiş gibi, özündeki nitelikten saptırarak.
Böyle yapmakla, koskoca bir ulusun, yalnız sporcularını ve futbol severlerini değil, bütün halkını ve devletini de töhmet altına soktuğunu düşünmeden. Hatta, kendi ulusuna bile hakaret ettiğini aklından geçirmeksizin.
Köklü, ama artık ölü bir dil olan Latince'de, ‘‘juventus’’ demek, ‘‘gençlik’’ demektir. Bugün İtalyanca başta olmak üzere, Fransızca, İspanyolca, Portekizce ve Romence gibi ‘‘roman dili’’ denen dillerdeki gençlik sözcüklerinin hemen hepsi aynı kökenden gelir.
Ne var ki, Romalılar, Batılı dillerde Eski Yunan'dan beri ‘‘metanomia’’ denen anlam kaydırmasıyla, bu sözcüğü, aynı zamanda, İmparatorluk ordularında hizmet edecek ‘‘askerlik çağına gelmiş gençler’’ anlamına kullanmaktaydılar.
Şimdi sormak gerekmez mi: Bu ne biçim Juventus'tur ki, adında askerliği bile çağrıştıran gençlik anlamının bulunduğunu unutarak, muharebe meydanı bile olsa kaçmaması gereken bir spor alanına gelme yavuzluğunu gösterememektedir?
Yoksa, çoğu zaman yaptığımız gibi, haklı olduğumuz bir durumu aleyhimize çevirecek bir hata mı yaptık? Güvenlik makamları, ‘‘Yirmi bin polis, on bin akademili, beş bin asker görevlendirdik’’ diyerek bir muharebe alanı izlenimi vermiş olmasınlar? ‘‘Gerekli önlemler alınmıştır’’ demek yetmez miydi?
Aslında, konunun asıl üzerinde durulması gereken bir başka yönü var.
UEFA'nın başkan yardımcılarından biri olan ve Şampiyon Kulüpler Ligi'nden sorumlu komisyona başkanlık eden Şenes Erzik, Türkiye'nin sevilen, saygı duyulan ve dışta da saygı göreceği umulan bir futbol adamıdır. Juventus'un erteletme niyeti belli olunca kendisine sorulmuş, o da ‘‘Meraklanmayın, ben oradayım; gerekenleri anlatır, böyle anlamsız bir karar çıkmasını önlerim’’ demiş, bu kesin güvenceye dayanan Erman Toroğlu da, ‘‘Sevgili Uğur, hele şu UEFA'da olabilecek tartışmanın bilgisayar görüntüsünü bir göster!’’ demek gereğini bile duymadan, ‘‘Tıpış tıpış gelirler ve maçı oynarlar’’ demişti.
Gelmediler.
Ne oldu? Yoksa, Kuzey Kıbrıs'ın maç ambargosunu kırmak bakımından vaktiyle FİFA'da Necdet Çobanoğlu'nun durumuna benzer bir ikileme o da mı düştü?
Nedir o ikilem? ‘‘Böylesine feci bir haksızlık yaparsanız, ben aranızda yokum!’’ diyerek çekip gidememek, ‘‘Burada kalmakla, gün gelir, halkım ve devletim açısından yine de yararım olabilir’’ gerekçesiyle.
Ne var ki, şu durumda bile işe yaramayan bir kalışın başka hangi durumda yararlı olabileceği her zaman akla gelir ve insanlar hep ‘‘Pek de bu kadar şanlı olmayan başka gerekçeler mi var acaba?’’ diye sorarlar.
Paylaş