Paylaş
bayramı kutlanan ulusal egemenlik, ulusal irade olarak somut biçimde ortaya çıkmadığı sürece, güzelliğe mahkûm, ama işlevsiz bir soyutluk olarak kalır. Onu bu duruma düşmekten kurtaran, seçimlerdir.
Ulusal iradeyi doğru okumak koşuluyla.
Tabloda, şimdiye kadar olmayan bir unsur var: MHP. Daha doğrusu, şimdiye kadar vardı da, tabloda gözükmüyordu.
Gözükmüyor olması, herkesi yanıltmıştır. Ulusçuluk, ulusal duygular, bunların bireylerin zihinlerinde ve kalabalıkların davranışlarında yarattığı tepkiler hiç mi yoktu? Güneydoğu olayları, kentlere, kasabalara taşınan şehit tabutları ve bunların arkasından dökülen yaşlar, haykırılan sloganlar, elbette, DSP'ye olduğu gibi MHP'ye de ek bir oy ağırlığı getirecekti.
Avrupa'dan dışlanışların ve gurur kırılışlarının etkisi de herhalde aynı yönde olmuştur. Ama, olay acaba yalnız bundan mı ibarettir?
Vaktiyle Refah Partisi'nin öne çıkışında tam olarak yapılmayanı hiç olmazsa şimdi doğru dürüst yapmak gerekmez mi? O zaman olayı sadece şeriatçı akımların etkisinden ibaret saymak ülkeyi nasıl yanıltmışsa, bu kez de DSP ile MHP'nin sivrilişini tek başına PKK nefretine yahut Avrupa kızgınlığına bağlayıp işin içinden çıkmak da aynı ölçüde yanıltıcı değil midir?
Hatta, bu açıklayışın üstüne bir de ‘‘Ecevit temizliği’’ ile ‘‘MHP denenmemişliği’’ni eklemek ulusal iradeyi doğru okumuş olmaya yeter mi?
Birazcık tarih bilgisi, bu çeşit duygusal tepkilerin ve din ya da ahlak temeline dayalı değerlendirmelerin revaçta olduğu yerleri ve dönemleri açıkça gösterir: Savaş sonlarında, bozgun toplumlarında, ekonomik çöküntülerde, işsizliğin, ekmeksizliğin, umutsuzluğun ve yönsüzlüğün kol gezdiği yerler ve dönemlerdir bunlar. Vesileler, bahaneler, günah keçileri kolay bulunur: ya bir yenilgi sorumlusu, ya bir ihanet ya da bir ırk, bir mezhep, bir düşünce.
Kısacası, daha mutlu, huzurlu, refahlı yerlerde ve zamanlarda etkili olmayıp da ancak böylesine elverişli zemin bulunca patlayan tepkiler.
Bu bakımdan, son seçim sonuçları için ‘‘konjonktürün etkisi’’ sözünü kullanırken, yalnız PKK ve Avrupa sözü etmek yerine, daha geniş bir zaman dilimini, belirli ekonomik ve sosyal politikaların uygulandığı bütün bir dönemi düşünmek yararlı olabilir. Düzendeki çürüyüşün hiç mi etkisi yoktur?
Ama, sonuçların böyle geniş anlamdaki ekonomik ve sosyal nedenlerden kaynaklanmış olması, önerilen ve uygulanan çarelerin de mutlaka o nedenleri düzeltecek nitelikte olacağı anlamına gelmez. Tam tersine, uygulamalar ekonomik ve sosyal koşulları daha da kötüleştirecek biçimlere bürünebilir.
Türkiye, vaktiyle Refah Partisi'nin yer aldığı koalisyonlar döneminde bunun örneklerini fazlasıyla yaşadı.
İlginç olan, MHP'li tepkinin, devlet kavramını, daha doğrusu kamu gücünü kullanarak her şeye çekidüzen verme düşüncesini akıllara yeniden getirmiş olmasıdır. Devlet ise, soyutluktan çıkarıp somut olarak düşünüldüğünde, devlet hizmetindeki insanlar demektir. Bu bakımdan, her yeni düzen düşüncesi, ister istemez, o düşüncedeki insanları devlette görevlendirmeye yönelik bir kadrolaşma isteğini gündeme getirir.
Ama, halkın tepkisi iyi okunmayarak o tepkinin temelindeki özlemlere ters düşen ekonomik ve sosyal politikalara varılmışsa, bu kadrolaşmanın da eninde sonunda varacağı nokta, yine tarih kitaplarının gösterdiği gibi, bir otoriter rejimden başkası olamaz.
Paylaş