Paylaş
Eski öğrencisi, ‘‘Ah, kalemim olsa da, neyi nasıl öğrettiğini herkese anlatabilsem’’ diyor.
Bir ölüm haberinin ardından uyanan duyguları deştikçe anlıyorsunuz ki, giden, sıradan bir eğitimci değildir.
Öğrettikleri uygulandıkça anılan basit bir usta da değil.
Çünkü nasıl eğittiğini ve neyi öğrettiğini bir-iki sözcüğe sığdırmak zor. Öğrenci, ‘‘İnsan olmayı öğretmişti bize’’ diyor ve başlıyor anlatmaya.
Hayal meyal anımsanan bilgi kırıntıları, kırık dökük tekrarlanan formül döküntüleri yerine, zihinlere dikilmiş bir insanlık anıtı, karşılaşılan her durumda kullanılan bir bilgelik ölçütü.
Önünüze gelen gençleri olgun birer insan yapabilmek.
Kırmadan, aşağılamadan yanlışı düzeltmek.
Haylazlıklara, kopyacılıklara karşı sert tepki gösterme, ağır ceza verme, unulmaz yara açma yerine, kusurlara anlayışla, sabırla, şefkatle eğilebilmek.
Her şeyden önemlisi, öğretilenlerle davranışlar arasında tutarlılık köprüleri kurmak.
Birdenbire bir korku kaplıyor içinizi: Necati Bey'den, Tonguç'tan, Hasan Ali Yücel ve Hıfzırrahmah Raşit'ten sonra, geçen gün toprağa verilen Kabataş Lisesi'nin eski felsefe öğretmeni Münir Raşit Öymen bir daha yaratılamayacak, tekrarlanmayacak bir eğitimcilik geleneğinin acaba son temsilcisi miydi? Artık öyle eğitimciler olmayacak mı? Gelecek kuşaklar hep bilgisayar tuşlarına, korkunç yarışma sınavlarının bilmem kaç seçenekli bilmece sorularına, insanlıktan uzaklaşan, amacını yitirmiş eğitim politikalarının çalkantılarına mahkûm mu kalacaklar?
Artık ezberlenen klişesiyle ‘‘sekiz yıllık kesintisiz zorunlu temel eğitim’’ tartışmaları dindikten sonra Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu en ciddi sorun, bu eğitimin içeriğini belirleyebilmektir.
Şimdiye kadarki keşmekeş, herhalde beş yıllık ilkokulun üstüne üç yıllık bir ortaokul programı eklemekle aşılacak değildir. Sekiz yılı bütün olarak alıp sonrasındaki her yöneliş için sağlam bir temel oluşturmak gerekiyor.
Bu arada büyük tehlike, daha önceleri felsefe dersleriyle erişilmek istenip de bir türlü erişilemeyen amacın büsbütün güme gitmesidir.
Felsefe, ancak üniversite öğrenimine yönelik klasik liselerin son sınıflarında okutulan, o da büyük çabalarla müfredat programlarında güçbela tutulabilen bir disiplin olarak mı kalacak, yoksa daha erken sınıflardan başlayarak genç kuşaklara düşünmeyi, derinliğine ve doğru düşünmeyi, evrenin anlamını sezmeyi öğreten bir şeyler verilebilecek mi?
Adının ille de felsefe olması gerekmeyebilir.
Ama herhalde, ezberlerin ya da duaların dışında, insanı insan yapan o tek özellik, yani düşünce sonsuzluğu açısından asla bitmeyecek bir yolculuk için gençleri hazırlamak gerekmez mi?
Hangi mesleğe yönelecek olurlarsa olsunlar.
Hatta hafızlığı bile seçseler!
Temel eğitimin amacı, elbette, her şeyden önce iyi vatandaş yetiştirmektir.
Ama unutmayalım ki, 1789'daki Fransız ihtilalcilerinin ‘‘İnsan ve Vatandaş Hakları Evrensel Bildirgesi’’ni yayınlayışlarından beri, ‘‘vatandaş’’ demek, aynı zamanda ‘‘insan’’ demektir.
Türkiye, geçmişin unutulmaz öğretmenleri gibi yeni eğitimciler yetiştirip bu temel denklemi kavradığı gün, gerçek evrenselliğe erişmiş olacaktır.
Paylaş