Paylaş
Son günlerdeki tartışma ve konuşmalardan sonra bu konunun gündeme gelmesi kaçınılmazdı: Anayasa değişmelidir. 12 Eylül döneminin ürünü olan, yapılış biçimi ve felsefesi başlangıçtan beri eleştirilen bir Anayasa bugünkü ve özellikle de yarınki Türkiye'nin temel hukuk belgesi olamaz.
Bu konuda galiba düşünce ayrılığı yok.
Anayasa değişikliğinin seçilmiş bir Meclis'çe sonuçlandırılması ve yapılan işleme gerçek bir ‘‘toplum sözleşmesi’’ niteliği verilmesi gereği üzerinde de.
Ancak, bu noktada durup biraz düşünmek yararlı olabilir.
Görünürde hiçbir sorun olmaması gerekiyor: Seçilmiş bir Meclis var ve bu Meclis, gerekli çoğunlukları oluşturma koşuluyla, Anayasa'yı değiştirme, hatta baştan başa yeni bir Anayasa yapma yetkisine sahip.
Nitekim, biri haziranda Devlet Güvenlik Mahkemeleri'yle ilgili, öbürü de ağustosta özelleştirme, uluslararası tahkim ve Danıştay konularına ilişkin olmak üzere, bu yetkisini iki kez kullandı da.
Özellikle ikincisinde, niçin ve nasıl kullandığı belli.
Şimdi, aynı Meclis'in, Sayın Başbakan'ın deyimiyle, ‘‘bir kurucu meclis gibi’’ çalışmasına gelince...
Otobüs muavinlerinin tehlikeli geri manevralardaki deyimleriyle ‘‘Hop dedik!’’ demek geçmiyor mu içinizden?
Ne demektir kurucu meclis çalışması?
Her şeyden önce, kurucu meclis ‘‘gibi’’ değil, kurucu meclis ‘‘olarak’’ çalışacağı bilinciyle seçilen bir meclis gerek. Defalarca söylendi ve yazıldı: ‘‘...mış gibi’’lerle yönetilen bir Türkiye'den hayır gelmiyor.
Kurucu meclis olarak da çalışacağı bilinen bir meclis ise, seçilişinde ana gündemi anayasa değişikliğinin oluşturduğu, bu alandaki görüşlerin çeşitli kesimlerce ortaya konduğu, partilerin kendilerini konuya ilişkin uzmanlıklarca donattığı, seçmenlerin de ona göre oy kullandığı meclis demektir.
18 Ekim 1998 seçimlerinin kampanyası böyle mi yürütüldü?
Seçim sonucunu etkileyen temel olgu, Anayasa tartışması mıydı, yoksa Güneydoğu sorunundan ve o sorunda başrolü oynayan kişinin teslim alınışından kaynaklanan bir konjonktür mü?
Yahut şöyle soralım: Anayasalar, tanım gereği ‘‘geçici’’ olan konjonktürlere göre mi değişmelidir? Yoksa, özellikle Avrupa Birliği üyeliğinden söz edilen bir dönemde, gelecek kuşakları da içine alan bir ulusal egemenlik anlayışıyla az çok sürekli sayılabilecek toplum dengelerine göre mi yapılmalı veya değiştirilmelidir anayasalar?
Bu açıdan bakınca, Sayın Başbakan'ın kendi partisindeki hazırlığa güvenip bu Meclis'le yeni anayasa yapmayı nasıl göze alabildiğine şaşmaz mısınız?
Böyle bir girişimden şimdikine göre daha sindirilebilir bir anayasa çıkacağını aklınız kesiyor mu? Yenisi, eskisinden de geriye gidiş olursa?
Paylaş