Paylaş
Şu sözler, TBMM Başkanlığı'na sunulmak üzere sinsice hazırlanan bir Anayasa değişikliği teklifinin gerekçesinden alınma: ‘‘Bürokratik engeller, kalkınma yolumuzun üzerine kendi ellerimizle kurduğumuz barikatlardır. Çünkü bunların kaynağı mevzuattır. Ülke olarak kalkınıp gelişebilmemiz için ilk etapta mevzuatımızdaki engellerin bertaraf edilmesi gerekir.’’
‘‘İmtiyaz sözleşmeleri’’nin Danıştay'ca incelenmesini zorunlu kılan ibareyi Anayasa'daki 155. maddeden çıkarmaya yönelik bir teklif bu.
Kim hazırlamış olabilir dersiniz?
Danıştay'ın enerji yatırımlarında gecikmeye yol açarak ‘‘ülkeyi karanlığa mahkûm edip üretimi engellediğini’’ iddia eden Enerji ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı yahut hükümet mi? İktidar partisi ANAP veya koalisyon ortakları mı?
Hayır. Yabancı çıkarlar karşısında ulusal hukuk güvencesini ortadan kaldıran bu teklif, Fazilet Partisi'nin meclis grubunda imzaya açılmıştır.
Kendiliklerinden mi hazırladılar?
Hayır. Teklif, Atlantik ötelerinde ve devletin tepelerinde oluşturulan bir büyük uzlaşma sonucu hazırlandı. Uzlaşmanın bu yanındakileri merak ediyorsanız, 2 Ekim günkü Hürriyet'teki bir resmin altını okuyun: Yasama yılının başlaması dolayısıyla TBMM'de verilen resepsiyonda bir araya gelen Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve FP Genel Başkanı'nın sohbetlerinde imtiyaz sözleşmelerine ilişkin anayasa değişikliği teklifi hazırladıklarını söyleyen Kutan'a Demirel'in sözleri: ‘‘İyi olur, siz pratiksiniz.’’
Plan şudur: Değişiklik teklifini FP verecek, ANAP sonradan katılacak ve başka sağ oyların desteğiyle kabul için gerekli üçte iki çoğunluk bulunacak.
Planın gerisinde, ülkedeki enerji altyapısını ele geçirme niyetine karşı Türk anayasa ve idare hukukunu engel olarak gören, bunu bakanlarının ve büyükelçilerinin diliyle açıkça belirten bir Amerika var. Cumhurbaşkanı'nın da, hukuku enerji engeli sayan görüşleri defalarca tekrarladığı biliniyor.
Fazilet'çe durup dururken üstlenilen bu hizmete karşılık, ANAP laikliği koruyucu mevzuatın yumuşatılmasını sağlayacak, Cumhurbaşkanı bu yeni ‘‘sosyal uzlaşma’’yı koruyacak, ABD ise Türkiye'nin çeşitli çevrelerini etkileyerek ‘‘görünümü ılımlı’’ İslam'a kanat gerecektir! ‘‘Milli görüş’’çüler, yeniden meşruluk kazanmak için, ‘‘milli’’liğe boşverip şeriatçılığı dış güvenceye bağlamışlardır. Refahyol iktidarının ileri gelenlerinden Abdullah Gül ve Fehim Adak boşuna mı Washington'a gidip geldiler? İstanbul'daki başkonsolosun belediye ziyareti, dış çıkarın zırhını İslam'ın üzerine örtmek değil midir?
Kısacası, Türkiye'nin doğal kaynakları, enerjisi ve hukuku üzerinden çirkin bir pazarlık yapılmıştır. Kişilere ve partilere dıştan gelecek siyasal destek uğruna ulusal çıkarların feda edildiği, ‘‘bürokratik engel’’ sayılan hukukun atlanarak talanın büsbütün denetimsiz bırakıldığı bir pazarlık.
Zaten şaibeli olan özelleştirme politikası, üstüne çöken mafya bulutlarıyla iyice kararmıştır. Şimdi, şu son anayasa değiştirme girişimiyle, siyasal alandaki bütün maskeler de düşmüş, Osmanlı'nın sonunu anımsatan ihanetin aktörleri açığa çıkmıştır. Artık, Vahdettin'ler, Damat Ferit'ler, Dürrüzade'ler bellidir.
Bu gaflet, dalalet ve hatta hıyanet çemberi oluşturulurken, ülkeye sahip çıkmakla görevlendirilmiş güçlerin, sendikaların, baroların, üniversitelerin, gazetelerle televizyonların ve halk yığınlarının seyirci kalması düşünülemez.
Ülke gidiyor ve gün ‘‘müdafaa-i hukuk’’ günüdür.
Paylaş