Paylaş
İnsan komplo teorilerine kapılmamak için kendini ne kadar zorlarsa zorlasın, Kıbrıs ve Avrupa konularında Türkiye'ye oynanan oyunlar bazen öylesine bir dizi oluşturuyor ki, yüzyıllar öncesinin Haçlı kumpaslarını çağrıştıran izlenimlere varmamak imkânsız.
Son örnek, Kuzey Kıbrıslı Türkler'e uygulanmaya başlanan İngiliz vizesidir.
Gerekçe, Kuzey Kıbrıs kökenli ‘‘siyasal sığınmacı’’ sayısındaki artışmış.
Sanki, oranın Türkiye'den bile kat kat üstün olan özgürlük ve insan hakları tablosunda, siyasal sığınmanın değil, siyasal belirsizliğin ve ekonomik ufuksuzluğun söz konusu olduğunu en iyi bilen İngilizler değilmiş gibi.
Üstelik, 1983 Kasımı'nda ‘‘Kıbrıs'ta Rum devletinden başka devlet tanınamaz’’ anlamındaki Güvenlik Konseyi kararına önayak olan, sonra KKTC ürünlerinin Avrupa'ya dışsatımı konusunda Lüksemburg Mahkemesi'ne başvurup ‘‘Tanınmayan devletin dışsatım belgeleri geçersizdir’’ dedirten ve nihayet, Kıbrıs'ın tam üyelik görüşmeleri vesilesiyle, ‘‘Kuzey'i ayrı devlet olarak tanımak asla söz konusu olamaz’’ diyen de onlar.
Sormaz mısınız: Madem ayrı devlet değil ve hatta öyle olmadığını göstermek için vize parasının Rum lirasıyla ödenmesini şart koşmuşsunuz, o halde niçin, bütün Kıbrıslılar'dan değil de, yalnız Kıbrıslı Türkler'den vize istiyorsunuz?
Irkçılık mı, Haçlılık mı, Osmanlı döneminden beri çok iyi bildiğimiz iflah olmaz Britanya ikiyüzlülüğü mü? Yoksa, Kuzey Kıbrıs'ı dize getirme çabası mı?
Ama, ikiyüzlülük devletlerle bitmiyor ki.
En saygın sayılmış kurumlara kadar uzanan bir hınzırlık zinciri var.
Örneğin, Strasbourg'daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir Kıbrıslı Rum'un açtığı Loizidou davasında, hukukun genel ilkelerine göre hüküm vermek yerine, Güvenlik Konseyi'nin siyasal nitelikli ‘‘tanımama’’ kararını temel alıp KKTC'yi devlet yerine koymuyor.
Türkiye konusundaki hınzırlıklar ise, ülkelerin çıkarları gerektirince, en dost bilinen devletlere ve kişilere de uzanabilmektedir.
Örneğin, ‘‘en sağlam desteğimiz’’ denen İtalya ve ‘‘dostumuz’’ Dini.
Göç gemileri yüzlerce insanı kıyılarına dökünce, Kürt kökenlileri ağırlayıp öbürlerini geri gönderen ve sonra birdenbire PKK sempatizanı kesilip ‘‘Sevr yeniden tartışmaya açılmalıdır’’ anlamında sözler eden.
İster istemez, yakın geçmişteki bir durum akla geliyor: 1980'lerin başlarındaki İtalya, Sovyet Ermenistan'ından Avrupa'ya kaçanlar için transit durağı olarak kullanılmakta. Ama, uzun vadeli niyetleri açısından Ermenistan'ın boşalmasını istemeyen ASALA, hükümetin kapıları göçe kapatmasına karşılık İtalya'daki eylemlerinden vazgeçme sözü verince kapılar kapatılıyor.
Şimdi, değişik gözüken bir durumda o bilgiyi kullanarak, ‘‘PKK eylemleri tehdidiyle Kürt göçüne açılış mı söz konusu acaba?’’ diye sormaz mısınız?
Öte yandan, Almanya'nın PKK konusundaki tutum ve yorum değişikliğinde de, yine eylem veya göç tehdidi altında varılmış bir uzlaşma kokusu yok mudur?
Çıkar söz konusu olunca devletlerin hınzırlaşması doğaldır. Üzücü olan, sıra Türkiye'ye ve Türkler'e gelince hınzırlıklara önyargıların eklenmesidir.
‘‘Komplo teorileri de önyargı değil mi?’’ denebilir. Ne var ki, bazen, olaylara o teorilerin ışığında bakmak olupbitenleri daha iyi anlamaya yarıyor.
Paylaş