Paylaş
Orhan Pamuk, ‘‘Bir kitap okudum, hayatım değişti’’ diyen kahramanla son romanına girer. Yazısına beklenenin üstünde tepki alıp aklı başına gelen yazar da, ‘‘Bir yazı yazdım, hidayete erdim’’ diyebilir.
Yahut, ‘‘Hayatım kaydı’’ der ve kara kara düşünmeye başlar: ‘‘Eyvah, bundan sonra kupkuru, tatsız tuzsuz, ahkam kesici yazılar yazmaya mahkûmum.’’
Belki, yazacağı her pazar yazısına, biraz Ahmet Mithat Efendi üslubuyla başlaması ve ‘‘Ey kaari!’’ diye bilumum okuyuculara seslenip ‘‘İşbu yazı bir pazar yazısıdır; yani, bir nebze gayri ciddi, azıcık gırgır, hafifçe hafif; şok geçirmeyin!’’ demesi gerekiyor.
Yazar, düşündü ki, böyle yapmazsa, kendilerini aynı kategorilerden sayıp bilimsel ciddiyet adına üniversitelilikten, köşe sorumluluğu adına gazete yazarlığından, ulusal düzey adına vatandaşlıktan utanıp intihara kalkışanlar olabilir.
Dayağın ‘‘terbiyetkar meziyetleri’’nden yanaymış gibi gözükmüş olsa da, insan yaşamını değerli saydığından, intiharlara yol açmamak için bundan böyle daha dikkatli olmaya karar verdi.
Ama, yine de kişilerdeki hafif kötü niyete karışık çarpıtma gücünü ve birazcık Freudizme bulaşık harem merakını tahmin edemediğini görüp kötümser düşünmeye devam etti yazar.
Doğrusu, bir diktatör oğlunun yatak odasında olup bitenlerin de kendisinden sorulacağı hiç aklına gelmemişti. İşte şimdi bir hanım yazar, ‘‘Peki, geçirdiği ameliyatlar dolayısıyla iktidarsız kalan mahdum bey tıbbın hatasını düzeltemeyen kadınları öldürüyorsa, bunu da mı hoş görmek gerekir?’’ diye sormaktaydı.
Yazar, birdenbire, bütün Mavi Sakal'ların vebalini omuzlarında hissetti ve bir büyük gazetede yazmanın ağır sorumluluğunu görerek işi bırakmaya kalktı.
Sonra, bütün ağırbaşlılığını takınarak, konuyu yeniden ve ‘‘doğrudürüst’’ yazmaya karar verdi: ‘‘Maç kaybeden futbolcu dövülür mü? Dayak kötüdür. İnsan meramını güzel güzel anlatmalı. Artık bu gibi şeyler ayıp kaçıyor. Zorla saç bıyık kesmek de, olsa olsa, çağdaşlıktan anlamayan Araplara yakışır. Böylelikle, Bağdat rejimine karşı Amerika'ca uygulanan politikanın doğruluğu bir kez daha anlaşılmıştır...’’
Hatta, Hakkı Yeten konusunu bile ‘‘tarihi perspektifine nesnel biçimde oturtmayı’’ düşünmedi değil: ‘‘Baba Hakkı ömründe fiske vurmamıştır. Ancak, yanılan hakeme, bağıran seyirciye, kötü oynayan takım arkadaşına bakışı öylesine sertti ki, elleri belinde dursa da, karşısındakiler Osmanlı tokadı yemiş gibi olurlardı...’’ diyebilirdi.
Ne var ki, sonuçta kendine karşı dürüst davranma yanı ağır bastı yazarın ve içinden itiraf etti ki, yazıyı, ‘‘bir nebze gayrı ciddi, azıcık gırgır, hafifçe hafif bir pazar yazısı’’ olsun diye değil, Aziz Nesin'in ünlü sözünü ölçmeye yönelik anket niteliğinde bir ‘‘gel gel’’ yazısı olarak yazmıştı.
Zaten, yanıtlar da gelmeye başlamıştı ve oran, maalesef, Nesin'e hak verircesine yüzde 60'a yaklaşmaktaydı.
Paylaş