Paylaş
İki türlü hesapsızlık var.
Bir işi yaparken hesabını doğru dürüst yapmamışsınızdır; zararlar ortaya çıkar. Bu, hesapsızlığın birinci türü.
İkincisi, birinci çeşit hesapsızlığın hesabı verilmeyince ortaya çıkar. Aslında, hesap vermeyiş diye bir şey olmamalı. Uğranılan zararın, sorumlu kişiye ödetilmesi gerekir. Bunun özel kesimde de, kamuda da çeşitli güçlükleri vardır; ama, hukukçuların başarmaları gereken iş de budur. Güçlükler bir toplumu hesap sormaktan vazgeçirirse, başlayan adamsendeciliğin sonu gelmez.
Depremde hemen hemen bütünüyle mahvolan Adapazarı vagon fabrikasının sigortalanmamış olduğu anlaşılmış. Gerekçe, son yılların ‘‘tasarruf tedbirleri’’ymiş. Öylesine uzun bir zincirleme sorumluluk ki, tasarruf emirlerine uymak için sigorta yaptırmamış olanlardan başlayıp ‘‘tedbirler’’in içine bu çeşit tedbirsizlikleri koyan en baştaki görevlilere kadar uzanır.
Zincir uzun diye, bir ucundan başlamadan çözülmemiş olarak bırakmak mı iyidir, yoksa ‘‘ibret-i álem’’ için soruşturma ve davalara başlamak mı?
İsterseniz, zincir düşüncesini geçen akşam Mehmet'in beş gol yiyişine de uygulayabilir, Taffarel'leri getirip Mehmet'lerin yetişmesine engel olanlardan geçerek, yabancı oyuncu modasına kadar uzatabilirsiniz.
İstanbul'un orta yerinde bir hesapsızlık anıtı; üstelik, işlevsiz kalmış vinç kulelerinin hapishane demirlerine benzeyen kapılarına çekilen çirkinin çirkini dikenli teller, gelen geçenin gözlerine battıkça batıyor: 1998 Temmuzu'ndan beri açılamayan Galata Köprüsü.
Haliç'in bütün tersanelerini battal eden, her gün çok kişiye ve kuruma büyük zararlar veren bir sorumsuzluk göstergesi.
Hesapsızlığın hesabı nasıl sorulmakta, haberiniz var mı?
Ya da, soruluyor olsa bile, geç soruluşunun zararlarından kim sorumlu?
Tersine, bu hesapsızlık dolayısıyla, alelacele, önemli kararlar alınmakta.
Camialtı, Haliç ve Taşkızak tersaneleri kullanılamıyor diye, Türkiye Gemi Sanayii A.Ş. elindeki Pendik Tersanesi'nin, Taşkızak'la takas edilerek Deniz Kuvvetleri'ne devri gibi.
Depremden hemen sonra için belki doğru, ama geçici olması gereken bir çözüm mü?
Daha doğrusu, Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın hemen yakınında dolgu arazi üzerinde kurulu, kamusal ya da özel bütün Tuzla tersanelerinden başlayarak, Türkiye'nin gemi yapım sanayiinin yerleşim ve dağılım sorunlarını toptan irdeleyen bir inceleme var mı? Zonguldak Ereğli'sindeki Madenci Tersanesi dışında Karadeniz'de niçin doğru dürüst gemi yapım ve onarım merkezleri yok? İzmir güneyindeki Ege'den ve Akdeniz'den ne haber?
Hesapsızlıkların hesabı sorulmuyor olsa da, deprem sarsıntılarının Türkiye'yi hiç olmazsa yerleşme ve sanayi dağılımları konusundaki plansızlık uykusundan uyandırması gerekmez mi?
Paylaş