Paylaş
Aliye Gökmen,büyük bir uluslararası şirketin yönetim kurulundaki beş kişiden biri. Türkiye'nin yanı sıra Hindistan, Dubai ve İsrail bürolarını da Gökmen'in kurduğu bu şirket, dünyadaki büyük kuruluşların aradıkları profesyonel yöneticileri kendi yöntemleriyle araştırmakta uzmanmış. Nasıl birini aradığınızı bildiriyorsunuz, onlar buluyor. Tabii, komisyon alarak.
Böylece, rakip şirketlerde gözünüze kestirdiğiniz kişiyi yüksek ücretle ayartmak yerine, aradığınız tipte yöneticiyi daha akılcı yoldan bulabiliyormuşsunuz.
Bayan Gökmen, yaptıklarını dünkü Milliyet'e anlatırken, abartılı ücretle yönetici transfer etmenin mantıksızlığını belirttikten sonra, önemli bir şey söylüyor: ‘‘Bir şirkette başarılı olan kişinin başka yerde de başarılı olacağının garantisi yok; yabancı şirketlerde transfere çok az rastlanır.’’
Futboldan şirketlere kadar her yerde ‘‘transfer’’ tutkunu bir toplum için ne kadar uyarıcı sözler, değil mi?
Başlangıçta elemanını seçerken titiz davranma, hizmet içinde ve dışında iyi yetişmesi açısından gereken çabayı gösterip elindeki insana yeterli yatırım yapma, çalışanları teşvik edecek ücret sistemi kurma ve sonra, işler biraz aksayınca, yeni yönetici avına çıkıp hazıra kon. Oh, ne âlâ!
Üstelik, böyle bilimsel yollarla da değil, görebildiğin ve bilebildiğin yerdeki birine dünyanın parasını vererek.
Kendi elemanına yapmadığın yatırımın çok daha fazlasını.
Farkına varmıyoruz ki, bu yüzden zırt pırt yer değiştiren, marifetleri kendilerinden menkul birtakım ‘‘yüksek yöneticiler’’ türemiştir.
Hatta bunların arasından, bir büyük kuruluştaki yerini devletteki özelleştirme işinin başına gelmek için kullanan, sonra da sattığı kuruluşlardan birinin özel kesimdeki yönetimine geçen bile çıkmıştır!
Ama, tersi de oluyor: Bir kamu işletmesinin tepesindeyken özelleştirmeden sonra da yönetici olarak yine orada kalmak isteyen.
Ne var ki, bunlara fazla güvenemezsiniz: İyi yönetici olsalardı, çalışanlarla tek vücut olup özelleştirmeyi anlamsız kılacak kadar verimli bir kuruluş yaratır ve onu sahiplenip kamuda tutmak için didinirlerdi. Üstelik, böylelerinin, bu mücadeleyi vermek yerine, alıcılarla kumpas kurup yüksek ücret vaatleri karşılığında kamuya kazık atmadıklarını nereden bileceksiniz?
Endişe verici olan, transfer merakının en olmayacak bir alana, üniversitelere sıçramış olmasıdır. Çoğu derme çatma kurulmuş olan vakıf üniversitelerinin hepsi kamudan eleman ayartmakla meşgul.
Tabii ki, kabahatin büyüğü, elemanlarına sahip çıkamayan, verimli çalışıp insanca yaşamalarına zemin yaratamayan devlet üniversitelerinde, daha doğrusu o üniversiteleri üvey sayan devlettedir. Ama, ayartılanı yeni ayartmalar için seferber eden bu zincirleme göçün ülkedeki bütün üniversite sistemini zayıflatan bir yanı yok mudur? Üniversite, bütün öbür mesleklerden çok daha fazla, çıraklıktan başlayıp ustalığa kadar basamaklarla çıkılan bir ‘‘kariyer’’ merdiveni değil mi? Asistanın başından profesörünü veya profesörün altından doçentini çekince, sistem çökmez mi?
Hele gidilen yer, parayla hazıra konabildiği için adam yetiştirme işine pek aldırış etmeyen, diploma ticarethanesi gibi bir yerse.
Paylaş