Paylaş
Her şey, Almanya'nın dönem başkanlığı sırasında, Bonn'dan gelen öneri üzerine Ankara'dan yazılan mektupla başlamıştı. Türkiye, Lüksemburg zirvesi ardından başlattığı perhizi bozuyor ve kendisine bir ‘‘yol haritası’’ verilirse Avrupa'yla siyasal diyalog başlatabileceğini bildiriyordu.
Olmadı. Hem Avrupa'da birileri Almanya'nın çöpçatanlık rolüne karşı çıkmıştı, hem de Ankara hükümeti içinde bile bu işe aklı yatmayanlar vardı.
Deprem ortamının duygusallığından kalkıp diplomatik iyimserliğe varanlar yine paçaları sıvadılar. İktisadi Kalkınma Vakfı'nın başını çektiği İstanbul çevreleri, Dışişleri Bakanı'nı harekete geçirdi; Türkiye'nin yeniden uyanan Avrupa hevesiyle dışarıda Kıbrıs'ı çözmek için sabırsızlananların çok boyutlu planları bir araya gelince, bu kez bir öncekine göre daha geliştirilmiş bir strateji ortaya çıktı: Avrupa Komisyonu, Ankara'nın adaylık çırpınışını olumlu karşılayacak, ancak Londra-Washington ekseninin Kıbrıs çabalarıyla Avrupa'nın karar mekanizmaları arasında eşgüdüm kurularak sonuca varmaya çalışılacaktı.
Şimdi, İngiliz diplomat Hannay'in menteşe rolünü üstlendiği bu iki kanatlı stratejinin gelişmelerini yaşıyoruz.
Atina'nın davranışı yeniden önem kazanmıştır. Yunanistan'ın bütün bu olupbitenlerden kendi çıkarlarına uygun bir sonuç çıkarmaya çalışmasından daha doğal bir şey olamaz. Depremdeki komşuluk duyguları başka, bu konular başka.
Helsinki öncesinde Elen diplomasisinin tutumunu tahmin etmek zor değil:
Belirlenen ve uzantıları Atlantik ötelerine kadar giden büyük stratejide Avrupa Komisyonu'na tanınmış olan ‘‘Türkiye'nin adaylığına yeşil ışık yakma’’ rolüne Atina'nın açıkça karşı koyması beklenemez. Ama, izleyebileceği iki çizgi var ki, ikisinin de aynı kapıya çıkması işten değildir.
Birincisi, ‘‘Türkiye yol haritası istiyorsa, verelim ve içine Kıbrıs ve Ege'yle ilgili öyle şeyler koyalım ki, Ankara harita istediğine pişman olsun.’’
Bu olmazsa, ikincisi: Türkiye'nin adaylığına Yunanistan'ın razı olması için Avrupa, Atina'ya karşı bazı yükümlülükler altına girsin. Örneğin, Güney Kıbrıs'ın adaylığa koşulsuz kabulü, yani çözüm falan beklemeden Rumlar'ın tek yanlı üyeliği için kesin takvim ilan edilsin ve ayrıca Ege sorunlarının Atina'ca istenen yöntemlerle çözülmesi yönünde sağlam güvence verilsin.
İnsan hakları, demokrasi, hatta bir bakıma Güneydoğu sorunu bile şimdilik ikinci plana itilecek ve öncelik asıl Kıbrıs'la Ege'ye verilecektir.
Ankara diplomasisinin bunlara razı olması beklenemez; ama, bütün umut, Türkiye'nin içinden de ‘‘Neden olmasın?’’ seslerinin çıkmasına bağlanmıştır. Kıbrıs konusunun anlamını ve önemini zaten kavramamış olan ya da kavramak istemeyen çevrelerle Ege'de gereksiz gerginlik yaratıldığına eskiden beri inananlar, Avrupa adaylığı uğruna bu isteklere boyun eğilmesine çoktan razılar.
Bereket, Türkiye'nin önüne konan haritalarla yol tayininde, onların çıkar pusulalarıyla Ankara'nın pusulası eskiden beri birbirini pek tutmamıştır.
Paylaş