Paylaş
Brüksel, dün başlayıp bugün sona erecek ilginç bir olaya sahne oluyor: Avrupa Birliği ile Türkiye arasında Karma Parlamento Komisyonu toplantısı.
‘‘Hani siyasal diyalog kesilmişti, bu da neyin nesi?’’ denecektir; ama, öyle değil. Elbette, Kıbrıs, Türk-Yunan ilişkileri, Güneydoğu ve insan hakları gibi siyasal konularda eskisine benzer bir diyalog sürdürmenin artık anlamı kalmamıştır. Tam üyeliği en azından yarım yüzyıl boyunca gerçekleşmeyecek bir hayal durumuna getiren Lüksemburg kararı değişmedikçe, hükümetin kestiği diyaloğu Meclis'in sürdürmesi beklenemez.
Ancak, Karma Komisyon, 1963 Ankara Antlaşması gereği kurulan bir organ. Antlaşmanın öngördüğü Gümrük Birliği de, bütün kusurlarıyla, yürürlükte. Onun Türk halkına yararlı biçimde işletilmesini gözetmek ve ortaya çıkan sorunları tartışıp halkın hakkını aramak da Meclis'in görevi.
Öyle anlaşılıyor ki, halkın temsilcileri bu görevi yerine getirmezse başka kesimler Türkiye'nin güme giden haklarına pek aldırış etmeyecek.
Dikkat ederseniz, son zamanlarda ‘‘gururla’’ sürdürülen bir iddia var. Neymiş, Türkiye Gümrük Birliği'nin ilk yıllarını yıkıma uğramadan başarıyla atlatmış, korkulan iflaslar olmamış ve sanayinin hiçbir kesimi çökmemişmiş.
Acaba sağlam bir ‘‘başarı’’ mı?
Yoksa, bu ‘‘başarı’’nın gerisinde saklanan birtakım gerçekler, Gümrük Birliği'ne ilişkin olarak aranmayan haklardan doğma bazı durumlar mı var?
Örneğin, işgücünün serbest dolaşımı?
Hem Ankara Antlaşması'nın, hem de Gümrük Birliği'nin doğal sonucu, Türk işgücüne Avrupa'da serbest dolaşma hakkının çoktan tanınmış olması gerekirdi. Oysa, Türkiye'yi yönetenler, özellikle 1987'den beri, ‘‘Bunda ısrarlı olmazsak, Gümrük Birliği'nde güçlük çıkarmazlar, tam üyelikte kolaylık gösterirler’’ umuduyla böyle bir hak üzerinde durmaktan vazgaçtiler. Avrupa malları Türkiye'ye gümrüksüz giriyor, Türk malları Avrupa'ya güya serbestçe satılıyor; ama Türkler hâlâ konsolosluk kapılarında vize dilenerek perişan olmakta.
Bakıyorsunuz, malları üreten ve satacak olan sanayicilerle işadamları bu vize perişanlığına dahil oldukları halde, serbest dolaşımın gerçekleşmeyişine onlardan pek büyük itiraz yok.
Sakın, ‘‘İşgücümüz Avrupa'da serbest dolaşırsa, Türkiye'de düşük ücretle çalışmaya razı insan bulamayız’’ düşüncesiyle olmasın?
Ya işletilmeyen mali hükümler karşısında aynı çevrelerin tepkisizliği ya da en azından zayıf tepkisi?
Türkiye'nin, daha önce yerine getirilmemiş Dördüncü Mali Protokol'den kalma yaklaşık 600 milyon dolarlık alacak da dahil, şu birkaç yıl boyunca aşağı yukarı 3,5-4 milyar doları Avrupa'dan istemeye hakkı var. ‘‘Gümrük Birliği dolayısıyla ortaya çıkacak açıkların telafisi’’ için.
Bakıyorsunuz, sanayi kesimi bunun istenmesinde pek ısrarlı değil. Hatta, ‘‘İlişkiler düzelsin, bunu da sineye çekeriz’’ diyenler bile var.
Sakın, ‘‘Avrupa'nın vermesi gerekeni enflasyonist politikalar sayesinde halktan fazlasıyla alıyoruz zaten’’ düşüncesinin rahatlığıyla olmasın?
Onlar rahat olsalar bile, Avrupa'nın yakasına yapışıp bu hakkı istemek halkı temsil edenlerin ödevi değil midir?
Paylaş