Paylaş
İstanköy Adası'nın Platani Köyü'yle Kos ya da Stanco da denen merkez kasabası arasındaki sandaletçi dükkánında yaşananları unutmak kolay değil: Alıcıların Türk olduklarını öğrenen satıcı, ‘‘Görmüyor musunuz, girişte yazılı; burada Türkler'e satış yapılmaz!’’ demişti.
Önce, şaka sanıyorsunuz. Ama, sesteki edadan ve bakışlardaki kızgınlıktan anlıyorsunuz ki, ciddi.
Bodrumlu bir işadamı, ‘‘Türk olduğumuzu öğrenince, bizi de taksisinden indirmişti adalı bir şoför’’ diyor.
Cahillik mi? Uzak ve yakın geçmişte yaşanmış olaylardan kalma bir kızgınlık mı? Hemen karşıdaki Türkiye'den korku mu?
Bereket, depremin getirdiği komşu dayanışması insanlıkla bağdaşmayan böyle anlamsızlıkları gölgede bırakmış, onun yerine yeryüzünün ancak bu köşesinde rastlanabilecek bir sıcaklık gelmiştir.
Başka türlü olabilir miydi? Kültür beşiği denizlerin ve toprakların halkları, iki yanda da, elbet duygularının içtenliğiyle davranacaklardır.
***
Ancak, bu vesileyle ortaya çıkan tehlikeli iki eğilimi fark etmemek zordur.
Birincisi, iki ülkede de uluslarının çıkarlarını ısrarla savunanları karşılıklı düşmanlıkların körükleyicisi olarak görme eğilimidir. Şimdi, deprem sonrasında öte yandaki yardım cömertliği ile bu yandaki şükran içtenliğini görenler, ulusal çıkarların barışçı savunucularına, neredeyse, insanlıktan anlamaz nefret ekicileri ve savaş kışkırtıcıları diye çullanmak eğilimindeler.
İkincisi ve daha tehlikeli olanı ise, aynı noktadan kalkıp duyguların sıcaklığına bakarak çıkarlarda ödüncülüğü savunma ve hatta şu konjonktürü bu iş için en elverişli hava sayma eğilimidir. Son günlerde, özellikle İktisadi Kalkınma Vakfı'nın ve basınla TÜSİAD'daki bir bölümün öncülüğünü yaptığı bazı İstanbul çevrelerindeki bu eğilimde şu düşünce seziliyor: Avrupa Birliği ilişkilerinde şimdiye kadar başlıca engel olan Yunanistan etkenini ortadan kaldırmak için iyi bir hava yakalanmıştır; Ege ve Kıbrıs konularında Ankara'nın tutumu yumuşarsa, ‘‘on ikinci adaylık’’ kapıları açılacak demektir.
Bu eğilimin, AB ve ABD çevreleri ile ‘‘Avrupa kapısını ben açtım’’ heveslisi kimi bakanlarca paylaşıldığı ve Atina'nın da, kesin vaatlerde bulunmaksızın, aynı eğilimden yararlanmak istediği kesin.
***
On ikinci adaylığın ne menem bir şey olduğu ve beraberinde hangi sorunları getireceği bir yana, bu yaklaşımın temelinde kuramsal bir hata var: ‘‘Halk’’ ve ‘‘ulus’’ kavramlarını birbirine karıştırma yanlışı. Fransız ihtilalcilerinin böyle bir kavramsal ayırım yapmaları boşuna değildir: Belirli topraklar üzerinde belli bir anda yaşayan insanlar topluluğu olan halk ile ebede doğru uzanan ve gelecek kuşakları da kapsayan ulusu ayırt etmek gerekir. Birincinin duyguları ikincinin çıkarlarını gözardı etmeyi getirmemeli. Komşuluğun sıcaklığı başka, Ege'de hakça paylaşımı ve Kıbrıs'ta insanca eşitliği savunmak başka.
Paylaş