Paylaş
ON günlük bir tarih kaymasıyla da olsa, Melbourne'daki Türk derneklerinin üst kuruluşu olan ortak ‘‘Konsey’’ce düzenlenmiş ilk 23 Nisan Çocuk Şenliği.
Önce, Beyaz Tebeşir İlkokulu'nun öğrencileri.
Ardından, Işık Koleji. ‘‘Nur’’ kavramını çağrıştıran adından da belli ki, bu da Fethullah okullarından biri. Genellikle söylenenin aksine, kılıklar öyle pek ‘‘çağdaş’’ sayılacak gibi değil: Yerlere kadar sarkan uzun ekose etekleri ve başlarına sarılmış beyaz tülbentleriyle, daha henüz orta öğretim yaşındayken ‘‘tesettürlü’’ kılınan küçücük kız öğrenciler.
Uzak bir ülkede ulusal kimliği saklı tutmanın tek yolu bu mu acaba? Yoksa, diliyle, sanatıyla, folkloruyla kendi kültürünü yaşatıp içine girilen yeni kültürden de yararlanarak değişik sentezler çıkarabilmek mi?
Bundan 19 yıl önce gelip yerleşen Hatice Hürmüz ve Vecihi Başarın çiftinin on beş ayrı göç öyküsünü temel alarak yayınladıkları ‘‘Avustralya'da Türkler’’ adlı kitap açıkça şunu ortaya koymakta: Gelen kalıyor.
‘‘Biraz çalışıp para biriktirir ve dönerim’’ düşüncesiyle gelmiş olsa da.
Uzaklık mı? Yol parasının çokluğu mu? Koşulların elverişliliği mi?
Nedenler ne olursa olsun, gerçek şu ki, 1968'de Ankara'dan iki uçak dolusu göçmenle resmen başlayan göç, önceleri gelen Kıbrıslılar'la birlikte, 100 bini aşkın bir ‘‘Avustralyalı Türk’’ nüfus oluşturmuş. Daha ağırlıklı olan Yunan ve Ermeni kökenli etnik etkiyi dengelemek açısından yeterli sayılmasa da, yine önemli.
Üstelik, ‘‘Türkiye'yi mutlaka bir yanıyla taciz etme’’ stratejisine uygun olarak, Anadolu'daki PKK terörünün denetim altına alınmasından sonra başka konulardaki dış kıpırdanmaların yeniden başlayabileceğine ilişkin belirtiler var. ANZAK gününden bir gün önce New South Wales eyalet meclisinde Yunan asıllı üyelerin desteğiyle çıkartılan ‘‘24 Nisan'ı Ermeni soykırımını anma günü ilan etme’’ kararı bunun işareti sayılmaz mı?
Bütün bunları düşünürseniz, dışarıda yerleşen Türkler'in başka kültürler içinde eriyip erimemeleri ciddi bir konudur.
Gidilen yerin ‘‘iyi vatandaş’’ı olmak, niçin bazı kültürlerin insanlarını kökenlerinden kopmaya kadar götürmüyor da, bazıları kökenlerini çok çabuk unutup ulusal davalarına sahip çıkmayı unutabiliyorlar?
Uzmanlara bakarsanız, Osmanlı'da değişik kiliseler çevresinde oluşmuş olan ‘‘millet’’ kavramı, dünyanın başka köşelerine göç eden örneğin Yunan ve Ermeni topluluklarını yine aynı kiliseler çevresinde bir araya getirip ulusal davalar için birlikte davranmaya itebiliyor. İslam'da ümmetçiliğin ulusallıktan daha ağır basması Türkler'de aynı sonucun oluşmasını engelleyen bir etken olabilir.
Meğer ki, dinin ulusallaşması tamamlansın ve bir anlama Anadolu'da zaten oluşmuş olan ‘‘Türk Müslümanlığı’’, daha tutarlı ve derli toplu bir inanç sistemi olarak ortaya konabilsin. Dinin, ulus kimliğiyle bağdaşık bir unsur olarak, dış dünyada ulusal ağırlık kazanması ancak o zaman mümkün olabilir.
Yoksa, örneğin bugünkü durumuyla daha çok ‘‘ılımlı Müslümanlığı’’ yaymaya yönelik olarak başka bir büyük devletin dünya politikasına hizmet eder gözüken bir Fethullahçılıktan Türkiye'nin ulusal davaları için medet ummak yanlış olabilir.
Paylaş