Paylaş
Günaydın Türkiye!
Aslında, uyanış bu kadar şaşırtıcı olmamalıydı.
Hayali ihracat denen olay, üstelik bir başbakan yeğeni tarafından başlatıldığında, devletteki çürümenin ve iktidar sahipliği ile devleti çürütme yöntemleri arasındaki ilişkinin boyutları bakımından yeterince uyarıcı değil miydi?
Daha başlangıçta, adalet mekanizmaları yerine senet mafyalarının türemesinde ürperti verecek bir yan yok muydu? Hele bu işe soyunanların, vaktiyle, ‘‘iti ite kırdırma’’ gibi ‘‘dahiyane’’ bir devlet politikasının doğrultusunda ve ‘‘Sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz bana!’’ sözlerinin gölgesinde türemiş olduğu biliniyorsa?
İhalelere, özelleştirme satışlarına kirlilik bulaştığı, hava alanlarındaki yer hizmetlerinden sınır limanlarına kadar uzanan bir mafya şebekeleşmesinin resmi ekonomik politikalar çerçevesinde gerçekleştiği bilinmiyor muydu?
Kısacası, deletin devlet olmaktan çıkarılışı, devlet geleneğinin çok eski oluşuyla övünen bir toplumu çoktan uyandırmış olmamalı mıydı?
Olay hiç yeni değil. Yaklaşık yarım yüzyıllık bir tarihi var. Özal döneminden beri sadece yoğunlaştı, her alanı, konuyu kapsar duruma geldi. Belki, fark edilmeyişinin, uyarıcı olmayışının nedenlerinden biri de bu: Her yer ve her şey kirlenince, kir gözükmüyor.
Ama, herhalde, temel neden, demokrasiye geçişin bir karşı-devrim niteliğine bürünmesi ve demokrasi adına devlet gücünü sınırlama çabalarının zamanla Kemalist cumhuriyeti iyice zayıflatıp etkisiz duruma getirmiş olmasıdır. Partizanlık, aşırı merkezcilik yahut kırtasiyecilik yüzündan devlette kusur bulundukça, en doğal yol olan düzeltme yoluna gitmek yerine vazgeçme, devretme, kapatma, satıp savma içgüdüsü ağır basmaktadır. Belki de bize özgü, atalardan gelen tuhaf bir içgüdü bu: Onarma yerine, bırakma, atma.
Sonuç, devleti küçültme sloganları gerisinde, devletin büzülmesi, hatta sağlık ve eğitim gibi en temel kamu görevlerinin ticaret alanına terk edilişidir.
Uykunun bu kadar derinliği, yenilik diye sunulan her şeyi hemen kapmaya fazlasıyla yatkın bir topluma küreselleşme denen afyonun çok kolay yutturulmuş olmasından ileri geliyor.
Teknolojik gelişmelerin yarattığı çağdaş küreselleşme olgusuyla bunun kaçınılmaz sonucu olarak sunulan bir ideolojiyi birbirine karıştırmak Türkiye gibi ülkelere çok pahalıya mal oluyor. Uluslararası bağımlılığın abartılması ve ulus-devletin küçümsenerek çağdışı bir kalıntıymış gibi gösterilmesi, sonuçta, yalnız birçok toplum için hâlâ önemli işlevleri olan doğrudürüst devlet anlayışını yıkmakla kalmıyor, bu yıkılışın enkazı üzerinde korkunç mafya şebekelerinin kurulmasına yol açıyor. Dünya, bu gidişin yürek parçalayıcı örnekleriyle dolu. Yanıbaşımızda, Bulgaristan ve Romanya gibi ülkelerle Rusya'da olupbitenler insanlık adına hüzün vericidir.
Bunları aşabilmek ve bu son uyanışı olumlu bir silkinişe dönüştürmek, ancak bağımsız düşünmeyi öğrenmek ve öğretmekle mümkündür. Siyasal partilerle özerk üniversitelerin ve özerk olması gereken medyanın kendi halklarına karşı duymaları gereken sorumluluk da bu değil midir?
Paylaş