Paylaş
LA Fontaine'in masalları tam on iki kitap tutar. ‘‘En güçlü kişi, en haklıdır doğada!’’ diye biten ‘‘Kurtla Kuzu’’, birinci kitabın birinci masalıdır.
Bütün orman yasalarını en başta ve bir çırpıda özetlercesine.
Bilirsiniz, kuzunun ‘‘Akıntı benden yana, siz yukarıda, ben yirmi adım aşağıda; dokunmuyorum ki suyunuza!’’ demesi de yenilip yutulmaktan kurtulmasına yetmez.
‘‘Kitle imha silahlarını denetleme’’ hikâyesinin Saddam rejimini ne pahasına olursa olsun devirmek amacıyla bahane olarak kullanıldığını görmek için La Fontaine okumuş olmaya gerek var mı? Şimdiye kadar bu yöndeki tertiplere destek veren Güvenlik Konseyi bile artık vazgeçti su bulandırma masalına alet olmaktan.
Saddam'ın pek öyle kuzu sayılmayacağı ve elindeki silahların azaltılmasında Türkiye'nin de çıkarı bulunduğu aşikâr.
Ama bu bahaneyle oynanan oyunun gerisinde asıl neler yattığını Ankara'nın açıkça ve gerçekçi biçimde görmesi, tutumunu ona göre belirlemesi gerekmez mi?
Öyle anlaşılıyor ki, kesintilere, duraksamalara ve hatta zaman zaman geri dönüşlere karşın, Ondokuzuncu Yüzyıl sonlarından beri Londra'daki zihinlerde oluşan bir emelin eyleme dönüşmesi için son adımlar atılmak üzeredir: Batı'nın şemsiyesi altında bir Kürt devleti kurmak.
Önce Irak'ta başlayan, sonra İran ve Türkiye''deki Kürtlere de bulaşacak bir konfederasyon düşüncesi.
İngiltere ile Amerika'nın korumasında, Ortadoğu politikalarında rahatlıkla kullanılabilecek bir dama taşı.
Gerçekleşebilmesi için ilk ağızda Irak'ın parçalanması gerekiyor.
Sorun, Türkiye'nin bu konuya nasıl bakması gerektiğidir.
Özal, ‘‘Bir koyup üç alma’’ politikasını ortaya atarken ve arada sırada dilinin altından ‘‘Federasyon da tartışılmalıdır’’ baklasını çıkarırken, herhalde kurulabilecek olan böyle bir devleti İngiltere'yle Amerika'nın korunmasına bırakmaktansa Türkiye'nin şemsiyesi altına almak ve ülkesinin gelecek yüzyıldaki çıkarlarını bu yoldan kollamak amacını gütmekteydi.
Elbet, bu da bir düşüncedir. Ama bunu akıldan geçirebilmek demek, bugünkü Türkiye topraklarının bir bölümünü böyle bir konfederasyonun parçası olarak görmeyi içine sindirebilmek demektir.
İçimize sindiremiyorsak ve bu uğurda genç insanlarımızı şehit vermeyi göze almışsak, o zaman da bu emele karşı çıkışın gereğini sonuna kadar yerine getirmek ve Londra'da düşünülüp Washington'da olgunlaşan oyunu bozmak gerekir.
Bu ise, sorunu sadece Amerika'nın belirttiği çerçevede ele alır görünen diplomatik girişimlerle yetinerek ve kuvvet kullanımına seyirci kalarak değil, kim tarafından olursa olsun, bölgede güç kullanımını kesinlikle reddeden çok daha kesin ve kapsamlı bir tutum ortaya koymakla olur.
Arkasından, doğrudan doğruya Bağdat'la ciddi bir diyaloğa girerek ekonomik ambargonun hafifletilmesini sağlamak ve Kürt sorunu konusunda ortaklaşa çözümler üretmek gerekecektir.
Her iki ülkenin temel devlet felsefelerini ayrı ayrı göz önünde bulunduran, ama etnik kimliklere saygı göstermekle birlikte çıkış yolunu eşitlikçi, barışçı, özgürlükçü ve insan haklarına dayalı uygulamalarda arayan çözümler.
Bölge üzerine oynanan oyunları boşa çıkarmanın tek yolu da budur.
Paylaş