Paylaş
Trinidad Adası'ndan kalkan uçak Barbados'a varmadan önce Saint Vincent Adası'nın Kingstown alanına inmişti. Küçücük terminal binasında esmer derili birkaç polis, bir-iki turistik eşya dükkânı, inen binen üç-beş kişi...
O zaman, yani 1970'lerin ortalarında henüz bağımsızlık ilan edilmediği için, direkte hâlâ İngiliz bayrağı.
Kim derdi ki, çevresindeki küçük kara parçalarıyla birlikte sadece 300 küsur kilometrekarelik yer tutan, yani bizim Marmara Adası'ndan ancak iki kez geniş olan o Saint Vincent adası, günün birinde bağımsız devlet olacak ve Giresun'un Görele'sinden bir Karadeniz çocuğu, o devletin mavi-sarı-yeşil renkli bayrağını çekmiş gemiyle Ege sularına gömülecek?
Sakız Adası'nın üç mil güneybatısında ‘‘Black Sea-T’’ adlı ve Saint Vincent bandıralı bir şilebin batışına ve 24 kişilik mürettebattan, Hayrettin Ergin dışında, 17 Türk'le 6 yabancı gemicinin kurtarılışına ilişkin haber hep sıradan bir deniz kazasının tekdüzeliğiyle verildi.
Konunun sorun yüklü yönlerine hiç dokunulmadan.
Niçin yabancı bayrak?
‘‘Makine dairesi su aldı’’ diye battığı söylenen 10 bin tonluk şilep, orta şiddetli bir fırtınada daha küçük gemiler yola devam ederken nasıl battı?
Başka öyle sorular ki, belki hepsi birbirine bağlı ve hepsi Türk denizciliğinin ezeli dertleriyle ilgili.
Sorun, herhalde, kısaca ‘‘ikinci sicil’’ denen ‘‘Türk uluslararası gemi sicili’’nin henüz kurulmamış olmasından kaynaklanıyor.
Böyle bir sicil olmayınca, şilebin bağlı olduğu Mehtap Şirketi, herhalde vergi bağışıklığından yararlanmak için, dünyada pek yaygın olan bir uygulamayla, gemisini gidip Saint Vincent'ta tescil ettirmiş.
Panama'ya, Liberya'ya, Bahama'ya, Malta'ya da gidebilirdi.
Ne var ki, bunların çoğu teknik denetimleri de zayıf olan ülkeler.
Taslağı yıllardır elden ele dolaşan, ama bir türlü yasalaşmayan ‘‘Türk uluslararası gemi sicili’’ de, eğer gerçekleşseydi, donatanlara gelir ve kurumlar vergilerinden bağışıklık tanıyacak, ama buna karşılık, ilk kayıt ve yıllık tonaj harçlarıyla devletin kazancını da gözetecekti.
Bu sicil, gemi kaptanı dışında, mürettebattan Türk uyrukluğu koşulu aramaz. Ama, gemilerdeki Türk uyrukluların sömürüleceği demek de değildir bu; onlar çalışma koşulları ve başka mevzuat bakımından Türk yasalarına tabi olacaklar. Geminin teknik donanımı da.
Norveç ve Danimarka gibi denizci ülkelerin de benimsedikleri uluslararası gemi sicili, denizlerdeki çağdaş yarışmanın zorladığı bir uygulama.
Yunanistan, deniz ticaretine tanıdığı kolaylıklar sayesinde, 47 milyon dedveyt tonluk filosuyla zaten dünya üçüncülüğüne yerleşmişti; Yunanlı donatanların bir de ‘‘elverişli bayrak’’ denen bandıralar altındaki gemilerini düşünürseniz, başarı daha da göz kamaştırıcıdır.
Elbette, ‘‘Black Sea-T’’nin, seyir izni olmadığı halde, nasıl olup da Kumkapı önlerinden demir alarak Marmara'dan çıkıp gidebildiği, araştırılması gereken bir konudur.
Elbette, Ege'deki Türk kıyı güvenliği donanımının, Sakız'ın Batı yakasında da olsa Yunan karasuları dışındaki arama çalışmalarına ‘‘fırtına dolayısıyla’’ katılamayacak kadar zayıf oluşu üzerinde de durmak gerekecektir.
Ama, herhalde, ikinci sicil olsaydı, Türk bayrağı taşıyacak olan gemi belki daha iyi denetlenir ve Göreleli Hayrettin, yabancı bayrağa baka baka dalgalara gömülmezdi.
Paylaş