Paylaş
Mersin Limanı'nın 12 numaralı rıhtımına bağlanmış duruyor. İskele baş bodoslamasına ‘‘İşbu tekne ünlü Nusret'tir’’ anlamına bir şeyler yazılmış; ama, öyle olduğuna bin şahit ister. Aslı kasarasızken, başa ve kıça kasara çıkmışlar. Artık balta başlı da değil; baş bodoslaması üstten biraz ileriye uzatılmış. Belli ki, demir ırgatını öne alıp ambarları büyütmek amacıyla böyle düşünülmüş. Ama, ırgatın üzerindeki Alman markası hálá duruyor: Liefen marka.
Kısacası, yüzlerce kosterden birine benzetmek için ‘‘benzetilmiş’’.
Dokuz yıl deniz dibinde kaldığından her şeyi paslı, çürük. Yine de yüzüyor.
Oysa, yüzlerce kilometre ötede, Çanakkale'nin Çimenlik Kale'sindeki mayın depolarına konan bire bir sac maketi sapasağlam. Beton kaide üstüne su kesimi hizasından oturtulduğu için, uzaktan bakınca yüzermiş gibi görünebilir de.
Şimdi, hangisi gerçek Nusret?
Fransızlar'ın Bouvet'si başta olmak üzere, İngilizler'in dehşetengiz Inflexible, Irresistible ve Ocean zırhlılarını batıran ya da yaralayıp karaya oturtan geminin hikáyesi uzun: Bernd Langensiepen'le Ahmet Güleryüz'ün İngilizce yayınladıkları ‘‘Osmanlı'nın Buharlı Bahriyesi’’ adlı harika kitaptaki kayıtlara göre, 1926-27'de Gölcük'te tadilat görmüş, 1937'de dalgıç gemisine dönüştürülüp ‘‘Yardım’’ adını almış, 1955'te hizmet dışı edilip müze yapılsın diye Gölcük'e bağlanmış, nedense 1962'de satılıp motorlu yük gemisi ‘‘Kaptan Nusret’’ olmuş, epey sahip değiştirdikten sonra, 1989'da hatalı yükleme yüzünden Mersin limanında batmış.
Kimliğini izlemek öylesine güç ki, artık ‘‘Bu gemi, o değil’’ diyenler bile var. Ruhunun Çanakkale'de yaşatıldığı söyleniyor.
Alafranga adıyla ‘‘reenkarnasyon’’ denen ‘‘ruhgöçü’’nün olması için biri ölmeli ki ruhu başkasına gitsin. Mersin'deki gemi ise, kimlik değiştirici bütün estetik(!) ameliyatlarına karşın, ‘‘Ben ölmedim’’ diyor. Battığı zaman bile, ruhu yine onda kalmış olmalı: Kendisini yeniden su yüzüne çıkarttırmış insanlara. Mersin Atatürkçü Düşünce Derneği, İçel Sanat Kulübü, Müteşebbis Esnaf, Sanayici ve İşadamları Derneği bir araya gelip bu işi başarmışlar. Onur Denizcilik Şirketi de mülkiyetinin üçte ikisini Kızılay'a, üçte birini Hastane Vakfı'na devretmiş.
Demek ki, gönüller böyle bir teknenin çürüyüp gitmesine razı değil.
Nusret'i iyiden iyiye canlandırıp yüzer tutmak için bir şeyler yapmak gerek. Örneğin, bir tersaneye çekip ana güverte hizasından sıyırarak Kiel'deki ‘‘Germania’’ firmasının planlarına göre 1915'teki biçimine sokmak, maketteki dümen dolabı, makine telgrafı ve cayro pusulası gibi özgün kalıntıları, yeniden yapılmış kısımlarla birlikte asıl tekneye taşımak ve onu mayın döktüğü koyda dünya tarihini değiştiren bir canlı anıt olarak yaşatmak. Deniz Kuvvetleri, 1979'da bunu düşünmüş, ama ekonomik ve gerçekçi bulmamış.
Ne var ki, ruhlar dünyası zaten gerçekçilik dünyası değildir. Bir bakarsınız, bağışçıların, gemi mühendislerinin ve tersanecilerin himmetiyle Nusret'in ruhu da başka yerlere göçmekten kurtuluvermiş.
Paylaş