Paylaş
İki konu var ki, birbirinden ayrı olarak konuşup tartışırken aralarındaki mutlak bağlantıyı pek düşünmüyoruz.
Sekiz yıllık zorunlu temel eğitim ve Avrupa Birliği'ne tam üyelik.
Genellikle sanılanın aksine, sekiz yıl konusu yalnızca laiklik derdinden kaynaklanmıyor.
Son birkaç yılın irtica kıpırdanmalarını besleyen kaynak olarak ilk ağızda imam hatip okullarının akla gelmiş olması, sorunun böyle bir çerçeve içinde ele alınmasına yol açmış olabilir. Ama bilmek gerekir ki, konu aslında kaliteli insan yetiştirme konusudur.
Beş yılcık bir eğitim, 65 milyonluk toplumda çağdaş kadrolar yetiştirmek için yeterli olmuyor. En basit yönüyle ele alacak olursanız, ileri uzmanlık eğitimi vermek isteyebileceğiniz yetenekli insanların seçilmesi açısından bile, bütün çocukların daha uzun bir eğitim döneminden geçirilmeleri gerekli.
Kaldı ki, ‘‘beş yıl'' dediğimizin gerçekten beş yıl olup olmadığı, tek derslikli ve tek öğretmenli köy okullarında çocukların doğru dürüst bir temel eğitim alıp almadıkları, hatta Güneydoğu gibi bölgelerde o yaş grubundaki çocukların hepsine asgari bir temel öğrenim verip vermediğimiz belli değildir. Bu yetersizlikler içinde, kimbilir nice yetenek işlenmeden kalmakta, toplumun geleceği bakımından kimbilir kaç insanımız seçilme ve yetiştirilme filtrelerinden geçmeden ömrünü tamamlayıp gitmektedir.
İleri toplumların dokuz-on, hatta on iki yıllık zorunlu temel eğitime gittikleri bir dünyada, küçük yaşlardan başlayıp meslek okullarına ve üniversitelere kadar uzanan bir eğitim piramidi kuramamış olmak Türkiye'nin en büyük ayıbıdır.
Bu ayıp giderilmedikçe, bütün böbürlenme lafları boş.
Sekiz yıl atılımı, ‘‘İmam hatipler n'olacak?'' türünden kısır tartışmalar arasında kaybedilmeyecek kadar önemlidir. Elbette bu noktada bırakılmayıp bütün eğitim sistemini kapsayacak başka adımlarla da tamamlanması gerekir.
Yoksa, sabahın erken saatlerinden başlayarak konsolosluk kapılarına yığılan kalabalıklar Avrupa'yı ürkütmeye devam edecek.
Kabul edelim ki, Türkiye'nin tam üyeliği bakımından onları asıl korkutan, 65 milyonluk bir nüfustur.
Daha doğrusu o nüfusun işe susamış insanları.
Türkiye, iyi yetişmiş insan gücüyle tam bir sanayi toplumu olmadıkça, bu korku devam edecek. Geçim derdiyle kendilerini Avrupa kentlerine atan iyi yetişmemiş insanların ülkesini kimse istemez. Dikkat ederseniz, yıllardır tam üyelik konusunda çıkarılan en büyük güçlük hep bu oldu. Türkiye de daha 1987'de, şimdi bütün kusurları unutulup sadece badem gözlerine övgüler düzülen bir ‘‘parlak'' yönetim döneminde, en önemli bütünleşme unsuru olan işgücünün serbest dolaşımı ilkesinden vazgeçmiş, Gümrük Birliği görüşmeleri sırasında da bu konuyu açmaya cesaret edememiştir.
Şimdi, ‘‘Tam üyelik veremiyoruz; onun yerine, Gümrük Birliği'nin biraz ötesinde yeni bir statü oluşturalım'' diyen Avrupa, ‘‘hizmetlerin serbest dolaşımı''na geçmeyi önerirken, henüz vizenin kaldırılmasını gündeme bile getirmiyor. Avrupa'nın ‘‘Türk korkusu'' öylesine büyük ki, Gümrük Birliği sayesinde malını güya serbestçe satabilecek olan tüccar, iş bağlantısı yapmak için Avrupa'ya gidecek olsa hâlâ vize dilenmek zorundadır
Tek çare, iyi yetişmiş insanların arı gibi çalışabilecekleri ve ekmek peşinde başka kapılara yığılmayacakları bir Türkiye yaratmaktır. Avrupa'da gurur onarmak ile kaliteli eğitim düzeni kurmak arasındaki gizli bağ budur.
Paylaş