Paylaş
Geçen günkü Hürriyet'te çıkan küçük haberin anlamını iyi değerlendirmek gerek. Habere göre, Türkiye Ermenileri Patrikliği Cumhuriyet'in 75. yıl kutlamalarına bir dizi etkinlikle katılma hazırlığı içindeler: İstanbul'daki kilise korolarının Profesör Jirayr Arslanyan yönetimindeki Filarmoni Orkestrası eşliğinde vereceği büyük konser, Ermeniler'in sosyal ve kültürel yaşamlarıyla Cumhuriyet'e yaptıkları katkıların tanıtılması, sergiler, kitaplar...
Devlet emriyle zorlama bir kutlama mı? Resmi makamlara hoş görünmeye yönelik işgüzarlık mı?
Hayır, hiçbiri değil. Emin olabilirsiniz ki, bunların gerisinde, Ermeniler'in özledikleriyle Cumhuriyet'in getirdikleri arasındaki yakınlıktan ileri gelen içtenlikli bir istek yatmaktadır. Patrik Vekili Mesrob Mutafyan, ‘‘Bizler Cumhuriyet'in çocukları olarak büyüdük; bunu kutlamak hepimizin ulusal görevidir’’ dediği zaman, üzerinde pek durmadığımız ve anlamını yeterince vurgulamadığımız bir gerçeği dile getirmiş oluyor.
İlk bakışta, Tanzimat öncesi Osmanlı döneminin ‘‘millet’’ anlayışı ile Cumhuriyet döneminin ‘‘millet’’ kavramı arasındaki büyük fark, azınlıklar açısından bir statü kaybı olarak gözükebilir: Düşünün ki, özel hukukunuz, eğitiminiz ve sosyal yaşamınız bakımından, kendi kilisenizin düzenine bağlıyken, Tanzimat'la başlayıp Cumhuriyet'le noktalanan bir gelişme sonucu, ırk, din, dil farkı tanımayan bir bütünlüğün parçası durumuna geliyorsunuz.
Gerileme mi? Hayır. Cumhuriyet'in bütünlüğü, tam bir eşitlik, özgürlük ve hukuk devleti anlayışıyla uygulandığı zaman, Lozan gibi antlaşmaların sağladığı azınlık güvencelerini bile gereksiz kılan bir birliktelik demektir.
Yakın tarihin bir bölümünde yaşanmış olan olayların Türk ve Ermeni halkları arasındaki köklü ve emsalsiz birlikteliğe düşürdüğü gölgeyi gidermenin yolu da Cumhuriyet'in getirdiği aydınlanma felsefesinden geçiyor.
Mimarlıktan tiyatroya, musikiden süslemeye kadar çeşitli dallardaki Ermeni sanatçılığının, taşçılık, oymacılık, kuyumculuk gibi alanlardaki Ermeni ustalığının Osmanlı-Türk kültürüne katkılarını ve mutfaktan folklara kadar uzanan benzerlikleri düşünürseniz, sekiz yüzyıl barış içinde geçmiş bir Anadolu birlikteliğinin evrensel değeri küçümsenebilir mi? Bu birlikteliğe düşen gölgenin tarihsel nedenlerini nesnel bilimsellikle ortaya koymak ve olayların gerisinde kesinlikle bütün ‘‘Ermeni soyu’’na yönelik bir toptan kıyım düşüncesinin yatmadığını göstermek de Cumhuriyet aydınlanmasının henüz gereğince yerine getirilmemiş ödevlerindendir.
Bu alandaki çalışmaların, karşılıklı suçlamaları dengeleme çabasıyla değil, sekiz yüzyıl olaysız sürmüş bir birlikteliğin her iki halkı da ‘‘birbirini yok etme’’ ölçüsünde bir düşmanlığa götüremeyeceğini vurgulayan aydınlanmacı bir hümanist anlayışla yürütülmesi gerekiyor.
‘‘Soykırım suçunun özü, bir soyun insanlarını, sırf o soydan oldukları için yok etme kastıdır’’ diyen 1948 tarihli Uluslararası Sözleşme'nin ışığında.
Zaten Cumhuriyet de, insanlar arasındaki ilişkilerde bugün ‘‘etnik’’ sıfatıyla anlatılan farklılıkları, bırakın bir imha nedeni olarak görmeyi, tam tersine, yok soyan ve hatta bilmek bile istemeyen bir birlikteliğin adı değil midir?
Paylaş