Paylaş
Ne sözcük ama!
Enstantane. ‘‘En’’ gibi kral bir vurguyla başlayıp Ferhan Şensoy'vari bir çoğul ‘‘s’’sinden sonra, tumturaklı bir ‘‘tan tane’’. Yani, tam bir tantana. Alt tarafı, Fransızcasıyla, ‘‘anlık’’ demek; yani, yalnızca bir an süren.
Eskiden, ilginç anları yakalayan fotoğraflar için kullanılırdı. Yine öyle. Ama, televizyonlar anların hepsini kamerayla yakalayıp beğendiklerini sonradan ayrıca gösterdikleri için, bu marifet de tarihe karıştı.
***
Oysa, anlar çok önemli. Bazen öyle bir an oluyor ki, ancak sayfalar dolusu yazıyla anlatabilecek binbir duygu ve düşünce, saniyenin bilmem kaçta birinde aklınızdan geçebiliyor.
Örneğin, İdem Tümer'in TRT'deki gece yarısı programlarından biri: Kabotaj Bayramı akşamı, sazlı sözlü bir ortamda, Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürü konuşmakta.
Gemilerini överek, denizde yolcu taşımanın önemini vurgulayarak. Kendisi söylemiyor; ama, o an düşünüyorsunuz ki, övündüğü gemiler satılığa çıkarılmıştır ve yolcu taşımacılığı konusunda, Attila İlhan'ın deyimiyle, ‘‘Geceleri İstanbul Boğazı'nda meyhane vapurları işletmekten öteye bir şey yapmayan’’ özel sektörün gemileri nasıl kullanacağı ya da yerlerine ne koyacağı belli değildir. An, içinize bir rembetiko hüznünün çöktüğü andır.
***
Meclis'te oy kullanılıyor. Gayri ciddi, laf olsun diye açılmak istenen gensorulardan biri. Malum Yeşil konusu. Gensoru gibi ciddi bir denetim yolunun böylesine gayri ciddi kullanımına tepkiniz öyle ki, gayri ciddiliğe başka bir gayri ciddilikle cevap vermek, Yeşil konulu gensoruda rengi de yeşil olan çekinser oy kullanmak bile geçiyor içinizden!
Sonra, Meclis gibi ciddi bir yerde sizi olumsuz davranışlardan korumaya çalışan bilinciniz o an devreye giriyor ve eliniz olumlu beyaz oya gidiyor. Gayri ciddi bir gensoru girişimini kabul anlamına geldiğini fark etmeden.
Anlık yanılgı, gayri ciddiliklerden yorulmuş bilince karşı bilinçaltının yine anlık bir intikamı mı?
***
Düşünün ki, ‘‘hayali cihan değer’’ dediğimiz anılar hep anlardan oluşur. Arapça ‘‘an’’ ile Türkçe ‘‘anı’’ arasında etimolojik akrabalık olmadığı halde. Demek, enstantaneler filmlerden daha önemli. Unutulmaz anlar yaşatmış kısa bir ömür, anlamsız bir uzun yaşantıdan çok daha fazla ‘‘yaşam’’ sözüne layık değil midir? Eski spor dergilerinin sararmış ciltlerinde Cihat Arman'ın plonjonlarını gösteren öyle enstantaneler vardır ki, direkler arasında asılıp kalmış görünen o uçuşlara bakmak bugün hâlâ heyecan verir. Dünya Kupası'nı izlemeye Paris'e giden Umur Talu, ‘‘sultani’’ zekâsıyla, ‘‘Top yuvarlak ise kale neden dikdörtgen?’’ diye soruyorsa da, bilmesi gerekir ki, anlık kurtarışların gitgide beyhudeleştiği ve çıkarların sistemleri eğip büktüğü ülkelerde, şutlara göre istenen biçime giren, hatta kocaman kova ağzı gibi yusyuvarlak açılan kaleler bile vardır.
Paylaş