Mümtaz Soysal: Düşünme zamanı

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

KATILIM süreci bakımından Avrupa Birliği'nin son kararı, ‘‘Milletimize hayırlı olsun!’’ gibi gülünç sözlerle, ne anlama geldiği anlaşılmaz lider açıklamalarıyla ve üstünkörü değerlendirmelerle geçiştirilemez. Çok geç olmadan, ciddi bir durum değerlendirmesi yapıp ulusça düşünme ve sağlam tutumlar ortaya koyma zamanı gelmiştir.

Tabii, herkesten çok düşünmesi gereken de, işbaşındaki hükümettir; çünkü genel oydan çıkmış Meclis çoğunluğuna dayanan odur. Başkaları, sonradan, ‘‘Biz şöyle demiştik; ama dinlenmedi’’ gibi sözler etme hakkına sahip olsalar da, hükümetin yok. Bu sırada hükümet olmanın başka dönemlerden farkı şu: Bir süreç söz konusu olduğuna göre, şimdi yapılacak değerlendirmenin ve takınılacak tutumun kuşaklar boyu sürecek bir etkisi olacak.

Düşünmeye, her şeyden önce, ‘‘süreç’’ kavramından başlamak gerek.

Neyin süreci? Her süreçte önemli olan, nereye doğru gidildiğidir.

Şimdi, Türkiye'nin tam üyeliğine varacak bir gidişten söz edilmekte, bunun katılım müzakereleriyle gerçekleşeceği, o aşamaya da şimdi başlayan ‘‘müzakere öncesi’’ dönemin tamamlanmasıyla girileceği söyleniyor. Başka bir deyişle, öbür 12 aday için başlayan tam üyelik müzakereleri Türkiye için henüz başlamamıştır; başlaması da ‘‘koşul değil, öncelikler ve hedeflerdir’’ denen isteklerin karşılanmasına ya da o yola girildiğine ilişkin kesin güvencelerin ortaya çıkmasına bağlı.

Şu aşamada, Katılım Ortaklığı belgesini bu haliyle ortaya koyup ‘‘Acaba Türk halkı tam üyelik istiyor mu?’’ diye referanduma gitmekten söz etmenin pek anlamı yok. Çünkü, bırakın belgede sayılanların gerçek anlamını, Avrupa Birliği'nin ne anlama geldiği bile halk yığınlarına doğrudürüst anlatılmış değil. Bu bilgisizlik ortamında, büyük çoğunluk, ikiyüz yıllık Avrupa özlemiyle, elbet ‘‘evet’’ diyecek, siyasal partiler de, hem özleme karşı çıkar görünmek istemedikleri, hem de şimdiki süreçte kendi sorunları açısından birtakım yararlar gördükleri için o eğilimi değiştirmeye kalkışmayacaklardır.

Yıllar sonra, içine girilecek Avrupa'nın ne biçim alacağı da belli değil.

İsteklerin karşılanması için kollar sıvanırken, karar mevkiinde olanların böyle bir anlamsızlıkla uğraşmak yerine kendi kendilerine sormaları gereken asıl soru şudur: ‘‘İstenenler yerine getirilse bile, Türkiye'nin tam üyeliğini kabul etmeye yönelik ortak bir Avrupa iradesi var mı?’’

En azından, Letonya'dan Bulgaristan'a kadar uzanan öbür 12 aday konusundakine benzer ölçüde güvenilir bir irade?

Sorunun yanıtı yine kocaman bir soru işareti oldukça, süreç bakımından takınılacak tutum, son derece titiz bir temkinlilikten başka bir şey olamaz: ‘‘Bunları zaten iki yüz yıldır biz de istiyoruz’’ dediklerimizi yapmak; sonuçta büyük şaşkınlık geçirip pişmanlık duymamak için de, Kıbrıs ve Ege'yle birlikte cumhuriyetin temel felsefesine ters düşen öbür konularda sımsıkı durmak.

‘‘Böyle olmaz, hepsi bir bütündür’’ diyorlarsa, o zaman da tam üyelik yerine Avrupa'yla başka özel ilişki biçimleri üzerinde kafa yormaya başlamak.

Yazarın Tüm Yazıları