Paylaş
Fotoğraf üzerine bir tartışmadır gidiyor: Clinton niçin koltuğun arkalığına tünemiş de, Ecevit onun karşısında neden süklüm püklüm duruyormuş?
Tepkiler çeşitli: Kibarlıktan kültür farklılığına, siyasal eziklikten ekonomik rahatlığa kadar her türlüsü var.
Bundan daha az kafa karıştırıcı olmayan bir başka olay üzerinde ise hiç durulmuyor: Başbakan öyle davranırken, Dışişleri Bakanı, Amerikalı meslektaşı bayanla karşılaşınca küçük adıyla seslenip ‘‘Hay, Madeleine!’’ demiş.
Şimdi, ne oldu? Vaktiyle bakanların ilk buluşmasında yaşananlar unutulup bu mu öne geçecek ve ‘‘Türkiye, Amerika karşısında ezilmedi’’ mi denecek?
Bunlar, saçmalık sınırlarında dolaşan, dolayısıyla vakit harcamaya değmez tartışmalar. Pratik olanı, Lausanne'daki İsmet Paşa gibi davranmaktır. Paşa, anılarının birinde bu ilk diplomasi deneyimindeki davranış acemiliğini örtmek için benimsediği yöntemi anlatır: Karşısındakinin yaptığını yapmak. Ama, o zaman da, hareket serbestliğini ve önceliği başkasına kaptırmış oluyorsunuz. En iyisi, yapaylığı bir yana bırakıp kendiniz olmaktır. Böylece, ne olduğunuz da, en başta kendiniz olmak üzere, herkes tarafından daha iyi anlaşılmış olur. Yoksa, görünüş tartışmasına kendinizi kaptırdınız mı, içinden çıkamazsınız.
Örneğin, Japonya'daki bir bakan, son tutukevi olaylarından sonra Türkiye'deki Adalet Bakanı'nın niçin harakiri yapmadığına şaşıyordur. Oysa, buradaki bakanın olaylar karşısındaki duruşu, genellikle Türk standartlarına uygun olduğu, daha doğrusu siyasilerimizin olağan davranışlarına uygun düştüğü için, yerel kültürde pek doğal sayılmakta. Olsa olsa, bir muhabir çıkıp ‘‘İstifa etmeyi düşünüyor musunuz?’’ diye soruyor. Aldığı yanıt da basit: ‘‘O sizin düşünceniz; birikimlerin sonucu olan olaylarda benim bir kusurum yok ki istifa edeyim?’’
Arkadan, yine Türk standartlarına uygun olarak, ‘‘biriken hataların düzeltilmesi ve gerekenlerin yapılması için işbaşında kalmamız gerek’’ denecektir. Kulaklarımıza pek aşina gelen ve genellikle haklı bulduğumuz bu sözleri duyan Japonlar, ‘‘A, biz niçin böyle akıllıca düşünemiyoruz ki?’’ mi derler? Yoksa, kafa karışıklığını gidermek için Türk Anayasası'na bakınca ‘‘Her bakan kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumludur’’ hükmünü okuyup kafaları büsbütün mü karışır?
Tutukevi isyanlarının veya tutuklularla güvenlik güçleri arasındaki çatışmalardaki şiddet ve gözüdönmüşlük, aşikár nedenlerden ötürü, başka hiçbir şeye benzemez. Dikkat ederseniz, Amerikan filmlerinin en gerilimli, en korkunç sahneleri bu çeşit olaylara ilişkin olanlardır. Bir de, Türkiye'de genellikle yapıldığı gibi, işin içine sivil giyinimli ve eli silahlı, ama ne olduğu belirsiz ‘‘güvenlik görevlileri’’ni kattınız mı, şiddetin boyutları kestirilemez. Eskilerin deyimiyle derin ‘‘teenni’’ isteyen durumlardır bunlar.
Adalet Bakanı, istifa sözlerine yanıt yetiştirmektense, kendisine daha yakışan bir duruşu benimsemeli ve değerli özelliklerinden biri olan engin ‘‘teenni’’sini şu günlerin gerilimini gidermeye hasretmelidir.
Paylaş