Paylaş
Roma'da toplanan ‘‘sürgünde Kürt parlamentosu’’ dolayısıyla yaşanan gerginlik rastlantı değil. Daha doğrusu, gerginliğin kolayca giderilememiş olması doğal sayılamaz.
Çünkü, normalde, dost ve müttefik bir hükümetle böyle sorunların çabuk çözülmesi gerekirdi. Toplantı ya yasaklanır, ya da en azından açılıştaki basın toplantısının parlamento dışında, resmi olmayan yerde yapılması sağlanırdı.
İtalyan Komünist Partisi, yahut yeni adıyla ‘‘Demokratik Sol Parti’’ milletvekillerinin başlattıkları girişimin önlenemeyişi konusunda Roma makamlarınca gösterilen nedenlerin hiçbiri geçerli ve yeterli sayılamaz.
Peki, niçin böyle oldu?
Washington'un verdiği sinyalden sonra bu gibi gidişleri engellemek zordur.
Sinyal, elbette, PKK'yı ya da yandaşlarını kollayan bir sinyal değil. Tam tersine, Barzani'yle Talabani'ye imzalattırılan anlaşma, PKK terörüne karşı.
Ama, Irak'ın kuzeyinde ‘‘bağımsız bir Kürt devleti’’ mesajı verilmiştir.
Bu mesaj verildikten sonra gelişmelerin nereye varacağını kimse kestiremez. Böyle bir devletin er geç PKK'nın eline geçmesi büyük olasılıktır. Öbürleriyle karşılaştırıldığında, göreceli olarak, az çok bir ideolojisi ve bunu terörle kabul ettirebilecek örgütlenmiş silahlı gücü bulunan o.
Washington'un objektif olarak ihanet sayılabilecek büyük hatası da burada.
Böyle olunca, öbür ‘‘müttefik’’lerimizin uzun vadeli hesaplarla birkaç piyango numarasına birden oynamalarından daha doğal ne olabilir?
Bu durumda, Türkiye, artık başkalarının hesaplarına aldırış etmeksizin, kendi çıkarlarına en uygun tutumu takınmaktan başka yol düşünemez. Bağdat'la diplomatik ilişkileri ‘‘büyükelçilik düzeyindeki işgüderlik’’ten resmen büyükelçilik düzeyine çıkarma kararı son derece yerinde sayılır.
Zaten, doğru olan da, komşu bir devletin toprak bütünlüğü konusuna ve Kürt sorununa, başkalarıyla değil, o devletle birlikte eğilmektir.
Belki, ortak sınırın iki yanında yaşayan Kürt halkına, iki devletin kendi siyasal sistemleri çerçevesinde akılcı, barışçı, özgürlükçü ve insanca çözümleri birlikte bulmanın yolu da yine böyle bir diyalogtan geçecektir.
Önemli olan şu: Türkiye, dost bildiği ülkelerin kendisine ilişkin bir takım hesaplar içinde bulunmalarına alışık olmak, ama çıkarını her şeyin üstünde tutmak zorundadır. Onlar, her ne kadar ‘‘Güçlü Türkiye isteriz’’ derlerse de, Soğuk Savaş döneminin o yaklaşımı artık, ‘‘çeşitli iç ve dış sorunlar yoluyla kontrol altında tutulup bu sayede bölge için şu ya da bu biçimde kullanılabilir bir Türkiye’’ düşüncesine dönüşmüştür.
Sorunsuz Türkiye, birçok konuda ‘‘Hayır’’ diyebilecek bir Türkiye'dir. Bu ise, ne Kıbrıs'la Ege'yi ‘‘çözmeye’’ yarar, ne de Avrupa'nın, İngiltere'nin, Almanya'nın ve hatta Amerika'nın Türkiye'den istediklerini koparmalarına.
Çerçevenin içine bir de Anadolu üzerindeki Kürt, Ermeni ve Rum hayallerini eklerseniz, ortaya çıkan tablo, ister istemez, Sevr'i veya ‘‘hasta adam’’ın son yüzyılını akla getirir.
Böyle olduğu içindir ki, ‘‘sağlıklı’’ bir Türkiye yaratmaktan başka çare yoktur. Bu ise otuz yıldır Türkiye'yi iyi etmek için üzerine eğilip büsbütün hasta eden aynı adamlarla başarılabilecek bir iş değildir.
Paylaş