Paylaş
Ne tuhaf, bugün parlamentonun gündemine gelen dokunulmazlık kavramı, ister istemez, çocukluğumuzun ilkokullarında Hindistan anlatılırken sözü edilen ‘‘kast sistemi’’ndeki en aşağı basamağı akla getiriyor: dokunulmazlar.
Kaldırmak için Gandhi'nin çok uğraştığı ve 1950 Anayasası'nın kesinlikle yasakladığı o sistem, toplumu kutsal emanet gibi kuşaktan kuşağa aktarılan ve asla değiştirilmeyen sınıflara bölmüştü. Binlerce yıl süren sistem, toplumdaki görevleri temiz işlerden kirlilere doğru inen kastlara paylaştırmış, yeme içmeden fizik temasa kadar çeşitli yasaklar getirmişti. Dipte, en pis işleri yapan ‘‘dokunulmazlar’’ vardı. Bunların dokunulmazlıkları öylesine kesindi ki, gölgelerinin bile öbür kastlardaki insanları kirleteceğine inanılırdı.
Oysa, Türkçeleştirmeyle birlikte anayasa hukukumuza giren ‘‘dokunulmazlık’’ sözü, tam tersine, sistemin en aşağı değil en yüce kurumunda görev yapanları koruma amacını güdüyor. Zaten, eski dildeki karşılığı olan ‘‘masuniyet’’ sözü ‘‘siyanet’’ sözcüğüyle aynı aileden. Başka bir deyişle dokunulmazlık, yasama meclisi üyelerinin ‘‘siyanet meleği’’dir.
Nelere ve kimlere karşı?
Her şeyden ve herkesten önce, yasama görevini yerine getirmenin sınırsız serbestliğini ceza tehditleriyle daraltacak kurallara ve özellikle iktidar sahiplerine karşı. Böyle olduğu içindir ki, bütün doğrudürüst devlet sistemlerinde meclis üyeleri parlamento çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, ileri sürdükleri düşüncelerden hiçbir biçimde sorumlu tutulamazlar.
Hatta, bunları dışarıda yinelemek ve açığa vurmaktan da.
Meğer ki, meclisleri ‘‘Dediklerini dışarıda söyleyemezsin’’ diye bir karar almış ola.
Koruma, ayrıca, rastgele suçlamalarla üyeleri mahkeme kapısında süründürme, canından bezdirme ve yasama görevini yapamaz duruma getirme amacını güden kötü niyetlilere karşıdır. İngiltere'nin her yerden çok daha uzun sürmüş olan parlamento tarihinde, hükümdarın ve ona yakın görevlilerin acar parlementerlere bu yoldan çektirmedikleri eza kalmamıştır. Bu nedenle, genellikle, üyelerin herhangi bir suçlama yüzünden tutulması, sorguya çekilmesi, tutuklanması ve yargılanması için parlamentodan izin alınması, daha teknik bir deyimle, dokunulmazlığın kaldırılması koşulu getirilmiştir.
Tek bir istisna: Aşağı yukarı hiçbir sistem, ağır ceza gerektiren bir suç işlerken ‘‘suçüstü’’ yakalanan, örneğin adam öldürüp, elinde kanlı bıçak tutan bir parlamenteri dokunulmazlık zırhıyla korumaz.
Öyleyse, şimdi yapılmak istenen nedir?
İstenen, bir parlamenterin milletvekili seçilmeye engel olarak görülmüş ve ‘‘yüz kızartıcı’’ sayılmış suçlardan biriyle suçlanması durumunda da dokunulmazlık kalkanının kaldırılmasıdır.
Kamunun parasını zimmetine geçirme, bunun için hileye başvurma, görevin gücünden yararlanarak çıkar sağlama, rüşvet, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas, kaçakçılık, resmi ihale ve alım-satımlara fesat karıştırma... Hepsi milletvekili seçilmeyi engellemekle kalmayıp seçilmiş olana da yakışmayan suçlar olduğu için, bunlar söz konusu olduğunda artık dokunulmazlık sanıkları korumayacak.
Ülkenin bu noktaya gelmesi ve halkın bunu kesinlikle istemesi, ne yazık ki, seçilmişlerden bazılarının hâlâ dokunulmazlık zırhına sığınmak istemiş olmaları ve yandaşlarının da bu zırhı büsbütün kalınlaştırmasıdır.
Dokunulmazlık, yüce bir görev olan milletvekilliğini ‘‘dokunulmaz’’ ölçüde kirlenmiş bir kast durumuna düşürmek için getirilmiş değildir.
Paylaş