Mümtaz Soysal: Doğru tanı

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Eski ‘‘teşhis’’ sözü yerine kullanılan ‘‘tanı’’nın üstünlüğü, gözlemleme ve bilmenin yanına bir de tanıma kavramını eklemesi olsa gerek. Tanımak, kimin kim olduğunu görüp bilmek gibi neyin ne olduğunu da görüp bilmek demektir. Eğer 2004 yılının telaşıyla yanlış yapmamak için Avrupa'nın Türkiye konusunda ne düşündüğüne doğru tanı koymak önemliyse, üye devletlerin son yıllardaki davranışlarını da iyi tanımış olmak gerekir.

Böylesi, kolay bir tanıklık değildir.

Çünkü davranışlar, bu konuda başka herhangi bir konudan daha çok, ülkelerde kimlerin iktidar, kimlerin muhalefet olduğuna göre değişir.

İşin tuhafı, bu her zaman bir sol-sağ sorunu da değildir. Solda bulunanların genel olarak demokrasi, insan hakları, Kıbrıs, Güneydoğu gibi konulara ağırlık verdikleri, sağdakilerin ise din, nüfus çokluğu, tarih ve kültür farklılığı sorunlarına takıldıkları söylenir; ama, gerçek biraz daha farklıdır. İktidarda olanlar, ideolojilerinin zorladığı bu tutumlara karşılık, stratejik unsurları, ülkelerinin yatırım ve ihale türünden somut çıkarlarını ve hatta Atlantik ötesindeki büyük müttefikin konuya bakış açısını özellikle göz önünde tutup Türkiye'yle ilişkilere biraz daha sıcak bakarlar; onlar için iktidarın gerçekleri önemlidir. Muhalefettekiler ise, bu gerçeklerin umurunda olmadıklarından, rahatça atıp tutarak Türkiye aleyhindeki noktaları vurgulamak eğilimindedirler. İstisnalar bu genel kuralı ya da kuralsızlığı bozmaz.

Böyle bir toplu kargaşaya yol açan temel neden, Türkiye konusunda Avrupalı kafasının hálá karışık ve duyguların da hayli bölünmüş olmasıdır.

Konabilecek tek doğru tanı budur. ‘‘Ankara'ya iyi davranalım da Türkiye Batı'dan başka yerlere sürüklenmesin’’ biçimindeki yaygın tutumun bile bu kargaşaya tam açıklık getirdiği söylenemez.

* * *

Peki, Amerika? Avrupa ülkelerindeki iktidar durumları ne olursa olsun, tam üyelik kapısını bile zorlayıp Ankara'ya arka çıkan Washington'un AB politikasındaki tutarlılık nasıl açıklanabilir?

Bu konudaki durum bile sanıldığı kadar basit değil.

Elbette, Avrupa'yla bütünleşmenin Türkiye'yi Batı topluluğu içinde tutmak açısından Amerika'nın tutumunda önemli rol oynadığı inkár edilemez.

Ama, bir de Avrupa'da ve özellikle Fransa'da bazı çevrelerin şu düşüncesi var: Onlara göre, Soğuk Savaş yılları boyunca Amerika kendinden yana bir oluşumun ‘‘Eski Kıta’’ya egemen olmasını istemiş olabilir; ama, bu oluşumun şimdi olduğu gibi güçlenip devleşmesini ve Washington'un küresel egemenliğini sınırlamasını istemez. Türkiye'yi, bütün sorunlarıyla birlikte, Avrupa'nın ‘‘başına sarmak’’, oluşumun gücünü kesmeye ve sulandırmaya yarayabilir.

Dolayısıyla, böylesine karışık bir ortamda ‘‘Şunu yaparsak tam üye oluruz, yapmazsak olamayız’’ cinsinden düşünceler, her zaman ve her olasılıkta doğru olmayabilecek düşüncelerdir. Doğru olan, böyle hesaplardan uzak durup Ege, Kıbrıs ve Güneydoğu gibi büyük davalarda Türkiye için doğru olanı yapmaktır.

Yazarın Tüm Yazıları