Paylaş
Hamburg'un kalburüstü sosyal kulüplerinden ‘‘Übersee Club’’da Güneydoğu Avrupa uzmanı akademisyenlerden Michael Ackermann'ın yeni kitabı tartışılıyor: ‘‘Türk Kıbrıs: Tarih ve Bugün’’. Eyalet devletinin ileri gelenlerinden, basından, üniversiteden, iş dünyasından küçük bir grup, başkonsolosluğun yorulmaz çabalarıyla oluşan, Türk tezlerini dinlemeye yatkın bir çevre.
Kitap, içeriği kadar tertipleniş tarzı bakımından da ilginç. Hem Kuzey Kıbrıs'taki devletin kuruluşuna yol açan siyasal tarih bakımından temel bilgileri veriyor, hem sıradan insanların, sokaktaki kadın erkek, genç ihtiyar Kıbrıslı Türkler'in geçmiş ve geleceğe ilişkin düşüncelerini aktarıyor, hem de adanın o kesimi için turistik rehber niteliği taşıyor.
Sık rastlanan bir tarz değil bu. Kuzey Kıbrıs bakımından belki ilk deneme. Çoğu zaman, siyasal içerikli kitaplarda turistik bilgi olmaz; turistik kitaplar da siyasal konulara dağinmekten çekinir.
Böyle bir denemenin şu yararı var: İnsanlara Kıbrıs sorununu Kuzey'in gerçeğinden kalkarak düşünme alışkanlığı verebilir.
Kim ne derse desin, orada yaşanan gerçek, dağlar, kumsallar, örenler kadar gözle görülen somut gerçek, bir devletin varlığıdır.
Tanınmasa da, yok sayılsa da.
Acılardan, sıkıntılardan geçmiş bir halkın kurup benimsediği, yaşatmak istediği bir devlet.
Kitapta, Kıbrıs'ın Alsancak Köyü'nden otuz yaşlarındaki sekreter Fatma Hanım şöyle konuşuyor: ‘‘Anam babam Limasollu. Ben de orada doğmuşum. 1974'te, o zamanki deyimle Kuzey'e iskan edildik; daha doğrusu buraya sığındık. Önce Geçitkale yakınlarındaki bir köyde oturuyorduk; babam Lefkoşa'da dükkancıydı. Çok küçüktüm o zaman; sonra Alsancak'ta yerleştik. Ticaret okudum ve bir aile şirketinde sekreter olarak çalışıyorum... Şimdikinden daha farklı bir gelecek düşünemem. Örneğin, artık Rumlar'la yeniden bir arada yaşamayı aklımdan geçirmiyorum. Bize savaş açtılar; bizi sevmiyorlar. Biz de onları sevmiyoruz. Yeniden birlikte yaşamak, yeniden savaşma, yeniden göçmenlik demektir.’’
Dr. Ackermann'ın kitabı bu gibi basit gerçekleri yansıtarak Kıbrıs sorununun çeşitli boyutlarına uzandığı için, artık herkesin anlaması gereken bir zorunluluğu gözler önüne sermiş oluyor: Kıbrıs'ta KKTC'nin varlığını inkâr eden bir çözüm düşünülemez.
Kıbrıs'taki devlet gerçeği bu kadar yalın ve vazgeçilmez olduğu halde, dünyadaki koca devlet adamlarının, diplomatların, hukukçuların ve ‘‘uzman’’larla ‘‘özel temsilci’’lerin nasıl olup da hâlâ eşit iki devlete dayanmayan çözümler peşinde koştuklarını anlamak zordur.
Geçenlerde, 2 Kasım tarihli Fileleftheros adlı Rum gazetesinde, Kuzey Kıbrıs'taki partilerden CTP'nin lideri Mehmet Ali Talat'la yapılmış uzun bir söyleşi vardı. Çözüm konusundaki uzlaşıcı görüşleri bilinen ve Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne girişi bakımından Ankara'daki tutuma bağlı olmaksızın Rumlar'la birlikte tam üyelik görüşmelerine katılmanın ‘‘kaçınılmazlığı’’nı savunan o lider bile, söyleşide ‘‘Klerides hükümetini kendi hükümetim olarak kabul etmem mümkün değildir. Tanımasanız bile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vardır ve işlemektedir’’ demekteydi.
Elbette, Güney'deki Rum Yönetimi'nin KKTC'yi tanımada öncülük etmesi beklenemez. Bunun daha önce başkalarından, çözüm istediğini söyleyen Avrupa'dan gelmesi, tanıma konusunda Birleşmiş Milletler'in hâlâ yanık tuttuğu kırmızı ışığı önce onların söndürmesi gerekir.
Ama Kuzey Kıbrıs'taki siyasal liderlerin de hep bir ağızdan ‘‘Devletim tanınmazsa Avrupa'yla ben de konuşmam!’’ demeleri gerekmez mi?
Paylaş