Paylaş
Belli ki, Refah'ın kapatılışındaki hukuk sorunları uzun süre tartışılacak.
Odak kavramını tanımlamanın yasadan Anayasa Mahkemesi'ne aktarılması.
Partinin kapatılmasına neden olanların bağımsız olarak yeniden seçilip seçilemeyecekleri.
Bir partinin devamı olmanın ne anlama geldiği.
Bunlar ve benzer sorunlar ilginç hukuk konuları olabilir. Ama, sorun hukuk sorunu mudur? Yoksa, bunlardan daha önce açıklığa kavuşturulması ve devletin niteliğine ilişkin olarak belirlenmesi gereken bir ilke sorunu mu söz konusu?
Devletin temel niteliğini değiştirmeye yönelik girişimlerin sınırına yaklaştıkça hukukun zorlandığı, daha doğrusu bu temel nitelik zorlanmaya başlayınca militan bir cumhuriyetçi hukukun devreye girdiği açıkça görünüyor. Devlet, kendi niteliğini ya bu yoldan korumaya devam edecek, ya da gitgide ehlileşerek kendisi olmaktan çıkıp bambaşka bir şeye dönüşecek.
Oysa, Türkiye Cumhuriyeti gibi bağımsızlık savaşı ve devrim üzerine kurulmuş bir devlet bu tarz ehlileştiği zaman ölümden daha beter bir durgunluğa, hatta geriye gidişe mahkûm olmuş demektir. Cumhuriyeti ‘‘kanla irfanla’’ kurmuş olan ordunun son bir yıl boyunca sergilediği tutumlar bu duruma tepki olarak ortaya çıkmıyor mu? Yaklaşık yarım yüzyıldır sinsi sinsi gelişen bir karşı-devrimin cumhuriyeti yıkma noktasına yaklaşması birtakım alarm zillerini kendiliğinden çaldırıyor. Cumhuriyet, laik ve pozitivist niteliğini korumak istemekte. Hukuk bu isteğe uygun düştüğü ölçüde saygı görecek, uygun düşmezse görmeyecek.
Böyle bir açıdan bakınca, Refah Partisi'ni şu ya da bu biçimde devam ettirme çabasının kör bir inatlaşmaya dönüşmekten uzak durması gerekiyor. Parti hangi nedenlerle kapanmışsa, yeni biçimlerle de olsa, o nedenleri tekrarladıkça yine kapanacak, bin güçlükle yukarı çıkarılıp aşağı yuvarlanan taşın peşinde bitmeyen bir Tantal işkencesini yaşamaya devam edecektir.
Bu çileyi bir demokrasi mücadelesi olarak adlandırmak da mümkün değildir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin siyaset zeminini ekonomik ve sosyal sorunların tartışılmasından ‘‘Laik devlet mi, İslami devlet mi?’’ tartışmasının kısırlığına çekmek, çoktan arkada bırakılmış olması istenen bir aşamaya geri dönmek demektir.
Cumhuriyetin özgünlüğü bu noktadan, yani İslam toplumunda demokrasinin ancak böyle yaşatılabileceği inancından kaynaklanıyor.
Refah'ın büyük hatası da aynı noktaya ilişkin: Demokrasinin İslamcılık-laiklik ekseninde dönmekten ibaret olduğunu sanmak ve partinin başlangıçta ağırlık verir gözüktüğü sosyo-ekonomik temalardan uzaklaşmak. 1991 ve 1995'teki oy yükselişlerinin, İslamcı propagandalar kadar bu temaların vurgulanmasından da ileri geldiği unutulmuş, Çiller ortaklığıyla birlikte sosyal içerikli adil düzen, ulusal sanayi, bağımsızca düşünülmüş kalkınma modeli gibi sözler edilmez ve bunlarla ilgili politikalar üzerinde durulmaz olmuştur.
Aynı tehlike, kapanıştan sonraki toparlanma ve yeniden örgütlenme dönemi için de var. ‘‘Ezildikçe büyürüz’’ inadıyla aynı noktada ısrar etmek, devletin kendine özgü temel felsefesiyle ters düşmek demektir ki, bu tutumu gerçekçi bir demokrasi mücadelesi saymak mümkün değildir.
Paylaş