Paylaş
Bir telaş, bir telaş. N'eymiş, CHP ile MHP'nin barajı geçme olasılıkları belirmiş, kurulacak hükümetlerin istikrarı ve siyasetin esenliği bakımından bu pek iyi değilmiş. 18 Nisan sonrasını ANAP-DSP yahut DSP-ANAP işbirliğine göre ayarlamış olanları bir endişedir aldı. Sanki tek veya iki parti, her zaman istikrar ve esenlik demekmiş gibi.
Kanat manat şöyle dursun, üzerinde değişik renkten tüy bitmesi bile hoş karşılanmayan mavi bayraklı güvercini bir yana bıraksak bile, Özal'a hálá sadık olduğu söylenen arının altında en azından dört partiye yetecek kadar değişik gözlerle dolu bir petek yok mu?
Hatta, bazan, bir tek kişiyle bile temsil edilen farklı eğilimler?
Yine Muğla'dan bir örnek: ANAP, en kalabalık seçmen nüfusunu barındıran Fethiye İlçesi'nde oyunu arttırmak için il listesinin başına oralı bir aday koymuş. Ünlü Gemile Koyu'na da el koymuş olmakla tanınan, yeni burjuvazi tanımına uygun bir kişi. Ama, aynı zamanda tutucularca da tutulduğu söyleniyor. Dolayısıyla, DSP'ye gideceği söylenen Fethullah'cı oylar dışında, yöredeki tarikatçı oyların bu kez ANAP'a akması beklenmekte.
Böyle durumlarda, aklı başında Türk seçmeninin kendi kendine sorduğu şudur: Kim, hangi parti nekadar merkezde, sağda ya da solda? Herkesin benzeştiği bir siyaset sahnesinde kim nekadar merkezde, sağda veya solda?
Keşke çok partililik gerçekten ‘‘çok renklilik’’ demek olsa da, bu değişik kimliklerin yanyana gelişinden anlamlı karışımlar, sentezler, koalisyonlar çıksa. Renksizlik ya da renklerin birbirine karışması, partileri değil, başlarında bulunan kişileri öne çıkarıp onlar da birbirlerini yemek isteyince, istikrar ve esenlik yerine karmaşa ve huzursuzluk doğuyor.
Kişiler ve onların kaprisleri, antipatileri, kavgaları söz konusu olmayıp kimlikleri iyi belirlenmiş partilerin tüzel kişilikleri öne çıkmış olsaydı, ANAP'la DYP'nin, CHP'yle DSP'nin bütünleşmesi ve siyasal istikrarla esenliğin o yolla gelmesi beklenebilirdi.
Böyle olduğu ve çok kişi nereye neden oy vermesi gerektiğini hálá tam olarak kestiremediği için, bu seçimlerde sandık başına kadar gidip boş oy pusulasını zarfa koyarak vatandaşlık ödevini yerine getiren seçmen çok olacak.
Bu noktada, ‘‘Seçimlerin Temel Hükümleri’’ne ilişkin 1961 tarihli yasanın 104. maddesindeki hüküm devreye giriyor. O hükme göre, bu oylar geçersiz sayılıyor ve partilere düşen payın bulunmasında hesaba katılmıyor. Tıpkı, yanlış mühürlenmiş, imzalanmış ya da üzerine bir şeyler yazılmış oylar gibi.
Oysa, bunlar da anlamlı birer protesto oyu; ayrıca sayılmalı, kayda geçirilmeli, sayıları açıklanmalı. Bu yapılmadığı zaman, mührünün yerini şaşıran, hayvan ve bitki resimlerinden anlam çıkaramayan, üstüne üstlük altısının adında ‘‘demokrasi, demokrat, demokratik’’ sözcüklerinin bulunduğu 21 partiyi birbirine karıştıran seçmen ile anlamlı protestosunu dile getirmek isteyen bilinçli seçmenin oyu birbirine karışmış olacak.
Kısacası, siyasete berraklık getirmek amacıyla yapıldığı söylenen bir seçim, açıklık değil, daha çok karışıklık getiriyor. Belki, ortak aklını daha iyi örgütlemiş olması gereken bir 65 milyonluk bir toplumda bunun da yaşanması gerekiyordu; insan denizleri de dalgalanmadan durulmuyor.
Paylaş