Paylaş
Deniz Kurdu tatbikatının Ege'den Akdeniz'e kaymakta olduğu şu günlerde, kendi kendimize bir kez daha hatırlatmalıyız ki, yalnız savaş gemileriyle denizlere egemen olunmaz. Deniz, kullananındır.
Adaları arasında vızır vızır Yunan bandıralı yolcu vapurlarının, hızlı hidrofoyl'ların, şileplerin gidip geldiği bir Ege'yi gereği gibi kullandığımızı söyleyebilir miyiz?
Haydi diyelim ki, donanmasız, gemisiz ve denizcisiz kalmış bir Türkiye'nin İsmet Paşa'sı zafer sonrasında bile cesaret edip geri isteyemediği için, hemen hemen hiç adasız bırakılmışızdır; ama elimizde kalan ikisine, yani Gökçeada ile Bozcaada'ya olsun gereken deniz bağlantılarını kurabilmiş miyiz?
Yahut, kıyı kentlerimiz ve kasabalarımız arasında denizden gidip gelenimiz var mı? Otobüs kültürünün deniz yolunu bunca kurutması gerekir miydi?
Niçin hâlâ İstanbul'la İzmir arasına düzenli, sık ve hızlı vapur seferleri konmaz da, kona kona acayip programlı bir-iki turistik sefer konur? O da, zorla ve laf olsun diye.
Antalya'dan batıya, Fethiye, Marmaris ve Bodrum gibi başka turistik merkezlere gitmek isteyen insanlar, niçin ta Batı Anadolu'nun ortalarına kadar dolanmak veya inişli çıkışlı, dönemeçli dağ yollarında perişan olmak zorunda kalırlar? Kimse ‘‘Eski narenciye postası yeniden konsun’’ demiyor; ama yollu ve çağın teknolojisine uygun orta boy teknelerin düzenli seferleriyle o güzelim kıyıların kasabaları birbirine bağlanamaz mı?
Oralara indikten sonra içinden Kuzey Kıbrıs'a da gitmeyi geçiren insanlara, Taşucu'nun ve Mersin'in cehennem azapları dışında sunabileceğimiz ne var? ‘‘Gidemediğin yer senin sayılmaz!’’ diyen biz değil miyiz?
Denizi kullanma ve denizle birlikte yaşama geleneği olan ender kıyı köşelerimizde bile, bu kullanış eksik, hoyrat ve beceriksizcedir.
Örneğin, Bodrum.
O Bodrum ki, süngercisiyle, balıkçısıyla, teknecisiyle, Karadeniz kasabalarından da daha çok denizle haşır neşirdir, hâlâ büyük gemilerin yanaşabileceği bir limandan yoksundur. Eski küçük limanın darlığından yer bulamayan küçük tekneler de Kumbahçe ve Paşatarlası önlerinde bekleşir.
Öte yandan, onlar için kıyıdaki derme çatma iskeleleri kaldırıp doğru dürüst birkaç yanaşma ve bağlama yeri yapmaya kalkışan belediyenin projeleri Bayındırlık Bakanlığı'nın dosyalarında yıllardır onay bekler.
Ama, bütün bu bekleyişler sonrasında geçenlerde gelen bir onay var ki, deniz kıyısında kamu hizmeti anlayışı açısından evlere şenlik.
Onay, sabahlara kadar süren gürültüsüyle ünlü bir diskonun ‘‘iskele’’sine ilişkin. Aslında, tekne falan yanaşmadığı için iskele de sayılmaz; halka kapalı ve yasalara aykırı olarak yapıldığından belediyenin yıkmak istediği, Milli Emlak'ın, Maliye'nin yıkma izinlerine ve idare mahkemelerinin kararlarına karşın her defasında devletin zirvelerinden gelen emirlerle yıkımı durdurulan bir çeşit özel dinlenme platformu.
İşte Bayındırlık Bakanlığı, kamu hizmetine açık öbür iskele projelerini onaylamayıp bu kaçak yapılanmaya onay vermiştir.
Tabii, ‘‘Deniz kullananındır’’ ilkesinin ‘‘kara Türkleri’’nce bu yeni uygulanış tarzı, orada pek karga olmadığı için, martıları bile güldürmüştür.
Paylaş