Paylaş
Ankara'daki gelişmeler bütün siyasal sistemi ‘‘içgüveysi’’ gibi Çiller'in yönetimine sokarken ve para delisi Türkiye, Hakan Şükür'ün Galatasaray yönetimini kurtarmak için dışa satılmasını çok iyi bir işmiş gibi alkışlarken, Kıbrıs'ta önemli şeyler oldu.
Kuzey'deki genel seçimler Güney'le birleşmeyi amaçlamayan bir sosyal demokrat partinin eşliğinde sağ ağırlıklı bir koalisyon doğurdu. Hükümetin protokolünde ‘‘konfederasyon’’ sözü olmasa da, KKTC'nin yaşatılacağı ve Kıbrıs politikasının Ankara'yla birlikte yürütüleceği söylendiğine göre toplumu içten çökertmeye yönelik dış çabaların iflası demokratik yoldan kanıtlanmış oldu.
Güney'in S-300'leri konuşlandırma girişimi de diplomatik yoldan önlendi.
Ama füzelerin şimdi Girit'e götürülmesi önlense bile, böyle durumlar söz konusu olunca zihinleri karıştıran ve hâlâ açıkça anlatılamayan önemli bir nokta var. O nokta üzerinde biraz durup sağlam bir görüş açısı geliştirmek, Türkiye'yi şu sıkışık günlerinde dışa karşı biraz rahatlatabilir.
İlk bakışta çelişkili gözüken bu görüş açısını anlatmak hayli zor olsa da.
Genellikle sanılanın aksine, Türkiye'nin Kıbrıs'taki askeri varlığı ve özellikle hava üstünlüğü, barış için tehdit değil, güvencedir; bu durumu bozan her şey barışa karşı tehdit oluşturur. Anlatılması zor olan da budur.
Çünkü Güney, pahalı silah alımını, Yunanistan'la ortak savunma doktrinini ve bütün dış politikasını ‘‘Kuzey'deki devin tehdidi altında mazlum küçük ülke’’ görüntüsüne dayandırır. Füze ısmarlarken de böyle yapıldı, füzelerin hiç olmazsa Girit'e yerleştirilmesini savunurken de böyle yapılacak.
Oysa, çeyrek yüzyıllık kesin gerçeklik odur ki, Güney'e yönelik olarak, ne KKTC'nin herhangi bir toprak isteme niyeti vardır, ne de Ankara'nın.
Ama, hem KKTC, hem de Ankara, Güney'in şu niyeti konusunda son derece kuşkuludur: Siyasal konjonktürü kollayıp pek ‘‘özlenen’’ birkaç noktada kısa süreli askeri harekâtla harita değişikliği sağlamak ve sonra, devreye gireceğinden emin olunan bir Batı kalkanının gerisinde, o değişikliğin getireceği moral yükselişini ‘‘ulusal dava’’nın geleceği için kullanmak.
Barışçı çözüm görüşmeleri dışında böyle bir girişim, ancak Türk tarafının ezici üstünlüğü sürdükçe önlenebilir. Kuvvet dengelemeye yönelik her çaba, kazanma olasılığı artmış görünen bir kumara itebilir Güney'i.
Bunun çılgınlık olacağını göstermenin ve barışı sürdürmenin kesin çaresi, saldırgan olmadığı kesinlikle ispatlanmış bir tarafın ‘‘kuvvet üstünlüğü’’dür.
Yoksa, S-300'ler yerine İtalya'dan Aspide füzesi alarak ya da Ortak Savunma Doktrini'ni Yunan Başbakanı Simitis'in 29 Aralık'ta dediği biçimde ‘‘çok açık ve kesin bir siyasi karar’’ diye sürdürerek yaratılacak bir ‘‘dehşet dengesi’’ çare değildir.
En doğrusunu, 1 Ocak tarihli Cypus Mail Gazetesi'nde, şimdiye kadar Güney Kıbrıs'ta ‘‘sertlik yanlısı’’ diye bilinen DİKO Milletvekili Marios Matsakis söylemiş: ‘‘Yunanistan'ın ortak doktrin yükümlülüklerini yerine getirme niyetinde olmadığı görüldüğüne göre, silah için daha fazla harcama yapmanın âlemi yoktur; Savunma Fonu katkılarının durdurulması ve tek yanlı silahsızlanmaya gidilmesi gerekir.’’
Eklemek gerekir ki, Kuzey Kıbrıs'taki Türk askeri varlığının azaltılmasını isteyebilmek için ilk önce yapılması gereken de budur.
Paylaş