Paylaş
Bir kuram haline dönüştürülmesi ve nerdeyse tek tümceyle özetlenmesi Regis Debray'nindir. Hani bir zamanlar Che Guevera kadar ateşli devrimciyken sonuçta kurulu düzenin çarklarıyla iş görmeye çalışan o ünlü yazarın.
Debray, ‘‘Fransa'da demokrasi cumhuriyeti öldürmüştür!’’ der.
Aslında, onun söyledikleri bizlerin yıllardır Türkiye'de söylediklerimizden pek farklı değil: Burada da demokrasi adına yapılanlar cumhuriyeti yavaş yavaş öldürmektedir. Cumhuriyet, yarım yüzyıldır demokrasi adına ağır yaralar alıyor.
Olmaması gereken bir çelişkidir bu.
Cumhuriyet, her şeyden önce ulusal egemenlik demek. Demokrasi de, genel oy ilkesiyle, serbest seçimleriyle, çok partili düzeniyle, bu temel amacın gerçekleşmesine yönelik. Adı ‘‘cumhuriyet’’ olup da uygulamalarında bunlar bulunmayan rejimlere elbet gerçek anlamda cumhuriyet denemez.
Ama cumhuriyet, görünürdeki uygulamalar ötesinde, öze ilişkin olarak daha başka bir şeydir: Siyasal kadrolar ve mekanizmalar ulusal iradeyi halk yığınlarının çıkarına uygun olarak tecelli etmekten alıkoyuyorsa, cumhuriyetle demokrasinin bağdaşmasından söz edilebilir mi? Halk yığınlarının aldatılıp lider oyunları ve aldatıcı parti örgütlenişleriyle yanlış tercihlere sürüklenmesi, demokrasi diye gözükse de, cumhuriyetin öldürülmesi demektir.
Böyle olduğu içindir ki, cumhuriyet, aynı zamanda, halk yığınlarının aldatılamaz hale getirilmesi, cahil bırakılmaması, olabildiğince daha çok aydınlığa kavuşturulması demektir. Hurafelere dayalı, bilimsellikten uzak, akılcı olmayan eğitim ve hele böyle bir eğitimi ister gözüken aldatılmış halk kesimlerine demokrasi adına verilecek ödünler elbette cumhuriyeti öldürür.
Cumhuriyet, mutlak yetkili hükümdarların keyfi yönetiminden kuralları belli devlet yapısına geçiş demektir. Demokrasinin görünürdeki kurumlarını işleterek işbaşına gelenler, ‘‘Biz halkın seçtiği insanlarız!’’ diyerek keyfiliğe yöneldikleri zaman cumhuriyetçi olmaktan çıkarlar. ‘‘Yaptım, oldu!’’ diyen bir Özal, ‘‘Verdimse, ben verdim!’’ diyen bir Demirel nasıl cumhuriyetçilikten uzaklaşmış oldularsa, basın açıklamasıyla yüzleştirmeyi, sorgulamayla yargılamayı birbirine karıştıran bir Yılmaz da cumhuriyeti yaralıyor demektir. Cumhuriyet, çekidüzen verilmiş bir demokrasiyle yaşar.
Keyfi yönetimin tersi olan cumhuriyet, aynı zamanda kurallara saygı demektir. Cumhuriyetçi Mustafa Kemal'in, en otoriter döneminde bile kurallara ve biçimlere saygılı oluşu bundandı. Kurallara aldırmazlığı hukuka, hatta yargı kararlarına saygısızlık derecesine vardırmak ve bunu ‘‘seçilmişlik’’ payesinin gölgesinde yapmak cumhuriyeti öldürmek değildir de nedir?
Cumhuriyet, içte olduğu gibi dışa karşı da ulusal egemenlik demek olduğuna göre, kendi hukukuyla kurallarının egemenliği demektir. Mahkeme kararlarını içte çiğnemekle kalmayıp ulusal yargının dıştan da büyük baskı altında tutulmasına göz yummak olmaz. Yabancı büyükelçilerin enerji ihaleleri konusunda ulusal yargıyı eleştirmesine aldırış etmeyen ve büyük olasılıkla pek yakında aynı dış eleştirinin sözde olumlu sonucunu alarak bayram edecek olan ‘‘seçilmişler’’in demokrasisi bu tutumla cumhuriyeti yaşatıyor sayılabilir mi?
Paylaş