Paylaş
Cumhuriyet'in ‘‘Gündem’’ yazarı Mustafa Balbay, geçen gün, Sayın Cumhurbaşkanı'nın devlet kurumlarına sahip çıkış tarzından söz ederken hoş bir benzetme yapmıştı. Demirel'in sık sık tekrarladığı ‘‘Meclis'in saygınlığına gölge düşürmeyin!’’, ‘‘Polise gölge düşürmeyin!’’,‘‘Yargıyı rahat bırakın!’’ gibi sözler ona futbolu anımsatmış. Şöyle yazıyordu:
‘‘Kaleci sürekli gol yiyor. Tribünler kızgın. Demirel uyarıyor: ‘Kaleciyi rahat bırakın...'
Adam zaten rahatta.’’
Refah Partisi’ni kapatma davasına ilişkin olarak münasebetsiz sözler eden Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Sözcüsü James Foley'e ağzının payını Anayasa Mahkemesi Başkanı Özden verdi: ‘‘Mahkeme'nin kararını kimse etkileyemez; Türkiye Amerika'nın uydusu ve uşağı değil!’’
‘‘Türkiye'deki demokratik ve çok partili sisteme güveni yaralayacak bir karar kaygılandırıcı olur’’ türünden sözler bir süredir, yalnız Amerikalılarca değil, Avrupa'daki çeşitli çevrelerce de edilmekte, ‘‘The New York Times'ın yazdıkları Batı dünyasının büyük gazetelerince tekrarlanmaktadır.
İşlerine geldiği zaman demokrasiyi savunanlar, hukuk devletini de savunmaları gerektiğini, Anayasa Mahkemesi'nin yürürlükteki anayasal düzene göre karar vermek zorunda olduğunu unutuyorlar. Mahkeme Başkanı defalarca söyledi ve bu sütunda da olanca açıklığıyla yazıldı: Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın ilkeleri yerine içteki siyasal sonuçları düşünerek karar veremeyeceği gibi, kararlarını dıştaki tepkilere göre de ayarlayamaz.
Sonuçları ve tepkileri düşünmek başkalarının işidir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin saygınlığını ilgilendirdiği için devlet başkanının tek cümlesiyle kesilip dağıtılması gereken toplu bir girişim yok mudur?
Tereddüt ve şaşkınlık yaratma, korku salma girişimi?
Uzaklardaki ikinci sınıf bir hükümet sözcüsüne yanıt verir gözükmeyi koskoca bir devlet başkanına yakıştırmayacaklar çıkacaktır. Ama, Batı başkentlerindeki Türk diplomatları ve gazetecileri çok iyi biliyor ki, bu sinsi girişim, görünürde dost geçinen, ama sağlam, demokratik, çağdaş, hukuka saygılı bir büyük Türkiye görmeyi gerçekten isteyip istemedikleri pek iyi bilinmeyen devletlerden geliyor. Bugünün Ankara'sını ondokuzuncu yüzyıl Babıali'sine benzetip etki altına almak isteyenler hâlâ çok.
Devletin bağımsızlığını, şanını ve şerefini korumaya ant içmiş bir Cumhurbaşkanı için en azından Anayasa Mahkemesi Başkanı kadar kesin konuşma zamanı gelmemiş midir?
İstanbul Ticaret Odası'nın ödül töreninde ‘‘Özelleştirmede hızımız yargının çalışma temposuna bağlı’’ diye konuşan Başbakan Yılmaz'a destek verirken, ‘‘Anayasa gelişmeye elvermiyorsa, değiştirmek gerekir’’ diyen Sayın Cumhurbaşkanı'nın unuttuğu bir nokta var: Yakınılan ‘‘yargı engeli’’, çoğu zaman, imtiyaz niteliğindeki işletme hakkı ve yap-işlet sözleşmelerinin Danıştay denetiminden geçmesini engellemeye çalışan düzenlemeler dolayısıyla ortaya çıkıyor. Danıştay denetiminin istenmeyişi de, genellikle, yabancı şirketlerin, anlaşmazlık durumlarında, Türk yargısının değil de, yabancı hakem kuruluşlarının yetkisini tanıyan sözleşme istemelerinden kaynaklanmakta.
Ondokuzuncu yüzyıl Osmanlı'sına musallat olan yabancı imtiyazcılar gibi.
Cumhurbaşkanı, her şeyden önce, Türkiye Cumhuriyeti'ni ondokuzuncu yüzyılın Osmanlı Devleti'ne benzetmek isteyenlere karşı çıkmak için yok mudur?
Paylaş