Paylaş
Son aylarda yeniden ısıtılan soykırım hikâyesinin asıl zararını bugünkü Ermenistan‘da yaşayan Ermeniler çekecek.
Türkiye’de yaşayanlar değil. Çünkü, onlar geçen yüzyıl sonuna kadar Osmanlı'nın olduğu gibi bugünkü cumhuriyetin de sadık ve değerli vatandaşlarıdır. Çalışkanlıklarıyla, güzel sanatlara ve çeşitli zanaatlere yatkınlıklarıyla, ortak Anadolu kültürüne yaptıkları unutulmaz katkılarıyla.
Zararı, Ermenistan dışında yaşayanlar da çekmeyecek. Onlar için hava hoş: Bulundukları ülkede lobi etkinlikleri sürecek; hatta oranın politikacıları eski yaraları depreştirmek üzerine oy hesapları yapacak.
Evet, zararın büyüğü Ermenistan'da yaşayanlara: Dağlık Karabağ'da birazcık uzlaşma olsaydı Türkiye sınır kapısını açacak ve Ermeni dış ticareti büyük ölçüde ferahlayacaktı. Şimdi, bu düşünce uzun bir süre için hayaldir.
Daha kötüsü, Ermenistan artık Koçeryan gibi bir ‘‘tarih spekülatörü’’nün eline düşmüştür. Hele onun açtığı kışkırtma kampanyaları yakın geçmişte olduğu gibi cinayetlere kadar varırsa, bugünkü Ermenistan'a dünyanın laneti yağacak.
İnsan, bunları bile bile geçmişi niçin kurcalar?
Dikkat ederseniz, bu çeşit kurcalamalar, kimlik ve kişilik bunalımı geçiren üçüncü kuşakların işidir. Birinci kuşak yaraları sarmakla meşgul olur. İkinci kuşak gidip yerleşilen ülkede sivrilme, toplumda saygılı insan olma peşindedir. Ama, özellikle anayurt dışındaki ortamlarda özümsenmek, başka kültürlere karışmak ve kimliğini yitirmek tehlikesi başgöstermiştir. Üçüncü kuşak, bu tehlikeyi önlemek için tarihi kurcalamayı ve geçmişin yaralarını yeniden kanatarak kan bağlarını bu yoldan güçlendirmeyi düşünür.
Zaten, geçmiş de, ölüp giden dedeler ve babalarla birlikte efsaneleşmiş, abartılarak daha kolay kullanılabilir duruma gelmiştir.
Onlar dedelerinin anılarına sahip çıkacaklar da, bizler çıkmazsak olur mu?
Hele, azınlıkların inançlarına saygı ve başkalarına hoşgörü gibi bizim de efsaneleştirdiğimiz Osmanlı hasletleri varsa?
Bu bakımdan, dıştan para almayı meslek edinmiş birtakım hain salakların arada sırada dedikleri gibi ‘‘Soykırımı Osmanlı yapmış, bize ne?’’ diyerek işin içinden sıyrılmak yakışık almaz. Babalarımız, dedelerimiz Osmanlı değil miydi? Bireysel olarak ecdadımızdan bazısının olup bitenlerle doğrudan doğruya ilgisi olmasa bile, konunun üzerine ulusça eğilmek ve doğruları dünyanın gözleri önüne sermek ortak sorumluluğumuzdur.
Özellikle gerçeklerle hukuk arasındaki bağlantı açısından.
Birinci Cihan Savaşı'nda Doğu cephesinin karşılıklı katliamları boyunca ölen Ermeni sayısının öldürülen Türk sayısından fazla olduğunu kabul etsek bile, sayının çokluğu bu olayların ‘‘soykırım’’ diye adlandırılmasına yeter mi? Birleşmiş Milletler'in 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi'ne göre. soykırım suçundaki ‘‘kasıt’’ unsuru, insanları etnik köken, renk, din ve dil farkı dolayısıyla ve sırf bu başkalık yüzünden yok etmek niyeti değil midir? Osmanlı toprağının başka köşelerindeki Ermeniler'e dokunulmazken Doğu Anadolu'nun Ermenileri eza çekmişlerse Ermeni oluşlarından ötürü mü çekmişlerdir? Yoksa, ırkçı nefretten kaynaklanmayan, olaylara ilişkin başka nedenler mi vardır?
Bunu, Amerika'nın barışçı kızılderilileri ile Afrika'nın masum siyahlarını ve Avrupa'nın lanetlenmiş Musevileri'ni ‘‘itlaf’’ edenlere sormak gerekir.
Paylaş