Mümtaz Soysal: Davanın püf noktası

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Öcalan'ın ilk günkü savunması çeşitli ve çelişkili unsurlar içeriyor. Teslim ve tehdit, geçmişle gelecek iç içe.

En ilginç olanı, sorunun dış boyutlarına ilişkin olarak söyledikleridir.

Rusya'nın, İtalya'nın, Yunanistan'ın ‘‘uluslararası hukuk gereklerini yerine getirmeyişi’’ne ve hatta Suriye'nin tutumuna yönelik değerlendirmelerini anlamak kolay. Asıl, cumhuriyetin ilk ve son yıllarındaki dış etkenleri ilgilendiren sözleri üzerinde durmak gerek.

‘‘Bizi koruyacak olan, demokratik cumhuriyetin çatısıdır... PKK'lilere diyorum ki, düşünce varken niye silahla savaşıyorsun? Yineliyorum, ayrı bir Kürdistan devleti istemiyorum. Türkiye'de demokrasinin açılmasını istiyorum’’ diyen Öcalan, kendi deyimiyle ‘‘isyan’’ın haklılığı anlattıktan sonra, ‘‘Türkiye'de 1993 yılından itibaren 1925 yılında yaşanan süreç gündemdedir’’ görüşünü dile getiriyor. Yargıç soruyor: ‘‘1925 ile Musul ve Kerkük'ü mü kastediyorsun?’’

Yanıt ilginçtir: ‘‘1925'ten daha tehlikeli, daha derin bir durum var şimdi. Lütfen beni anlayın, anlamınızı rica ediyorum. Türkiye'nin bütünlüğü çok önemlidir... İngiltere geçmişte Musul ve Kerkük'ü böyle oyunla aldı.’’

Bu söylediklerine bir de şu sözleri ekleyin, o zaman savunmanın en anlamlı yönü ortaya çıkacaktır: ‘‘17 Eylül 1998'de Washington'da yapılan Kuzey Irak'a yönelik anlaşmanın ne anlama geldiğinin iyi bilinmesi gerekir; 1993'ten itibaren Irak olayına İngiltere yeşil ışık yakmıştır.’’

Bir tablo ancak bu kadar açık olabilir.

Daha doğrusu, zaten açıktı da, ilk kez en baş sorumlu kişi tarafından bu kadar açıkça ortaya konuyor.

Hem de, canını kurtarmak için dış kalkanlara ve şemsiyelere en çok muhtaç olduğu bir ortamda.

Dış güçleri böylesine suçlayabilmesi ve yüzyılın başlarından beri Kürt halkının sırtından oynanan oyunları bunca açıklıkla ortaya koyabilmesi, yalnızca Türk makamlarını etkileme ve bu yoldan sempati toplama girişimi olarak yorumlanabilir mi?

Hele, hesaplarını ortaya döktüğü devletlerin Türkiye tarafından en yakın, en güvenilir müttefikler sayıldığı düşünülürse?

‘‘Böyle konuşacağımı bilselerdi size teslim ederler miydi beni?’’ mi demek istiyor?

Yoksa, hapse girdikten sonra dışarıdakileri ihanet içinde görmeye yatkın olan tutukluluk psikolojisinin etkisi mi?

Neresinden bakılırsa bakılsın, Türk dış politikasının güçlükleri açısından ders niteliği taşıyan özelliklerle dolu olacağa benziyor. Belki, asıl deşilmesi, bütün ayrıntıları ve aktörleriyle ortaya konması gereken yönü de budur. Gerisi, ne kadar boyutlu, kanlı ve acılı olursa olsun, başka yerlerdeki örneklerine çok benzeyen bir terör hikáyesidir.



Yazarın Tüm Yazıları