Cumhuriyeti Cumhuriyet kurtarır

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Cumhuriyetin sorunları çok. Güneydoğu, eğitim, gelir dağılımının bozukluğu, sayın sayabildiğiniz kadar. Hepsi, herhangi bir devleti şaşırtacak, bunaltacak kadar zor.

Bereket, sorunların çözümü de, cumhuriyetin temel felsefesinde ve kuruluş ilkelerinde saklı.

Zaten sorunların ortaya çıkışı, o temel felsefenin ve ilkelerin ihmalinden, savsaklanmasından ya da uygulatılmayışından olmamış mıdır?

Herşeyden önce, Mustafa Kemal'in, ‘‘En hakiki mürşit, ilimdir’’ sözüyle özetlediği bilimsellik, rasyonalizm ve pozitivizm. Cumhuriyette hurafeye yer olmadığı gibi, savsataya, hayale, duygusallığa da yok. Olmamalı.

Olduğu zaman, ekonomiden politikaya kadar içte ve dışta başımıza neler geldiğini ayrıca atlatmaya gerek var mı?

Tam olarak uygulanmayan kuruluş ilkelerinden biri de ‘‘ulus-devlet’’ kavramı.

Bir ulus yaratmanın ne demek olduğunu derinliğine düşünüp ulusla devlet arasındaki ilişkinin gereklerini gerçek ve anlamlı bir demokratik katılıma bağlamak gerekiyordu.

Belki de, hepsinden önemlisi, vatandaş ve insan kavramlarını birbirine eşitlemek.

Siyasal sistemin temeli sayılan ulus ve ulusal egemenlik kavramlarını aldığımız 1789 Fransız İhtilali'nin aynı yıl ‘‘İnsan ve Vatandaş Hakları Evrensel Bildirgesi’’ni yayınladığını çoğu zaman unuturuz. Sorunlarımızın çoğu, ‘‘ulus-devlet’’i yaratmaya çalışırken, ‘‘vatandaş-insan’’, yaratmaya yeterince önem vermeyişimizden kaynaklanır.

Ne demektir ‘‘vatandaş-insan’’?

En iyi örnek, ‘‘Güneydoğu’’ ya da ‘‘Kürt sorunu’’ dolayısıyla verilebilir.

‘‘Vatandaş-insan’’ demek, kişiliğine sasygı duyduğunuz, ama bunu geliştirmesini sağladığınız insanla iradesine saygı duyduğunuz, ama kamusal işlere daha anlamlı biçimde katılmasını istediğiniz vatandaşı bütünleştirmek demektir.

Bu açıdan bakınca, Cumhuriyetin belki de en üzücü başarısızlığı, kadın-erkek bütün vatandaşlarına Türkçeyi öğretememiş olmasıdır. Öğretebilmeliydi ki, anadili Türkçe olmayanlar da her şeyi rahatlıkla becerebilsinler, her yere kolayca gelebilsinler. Bu, devletin ‘‘ödev’’i olmalıydı.

Ama, kabahat tek yanlı mıdır?

Anadilleri Türkçe olmayanlar da, ortak ulusal dilin kendilerine öğretilmesini ‘‘hak’’ olarak görmeli ve bunun mücadelesini yapmalıydılar. Pasif kaldılar ve bu ihmale göz yumarak kendi yerel dillerinin kavgasına ağırlık verdiler.

Oysa, o konu, ulusal dil üzerinde ödev ve hak dengesi kurulduktan sonra, bir ‘‘özgürlük’’ sorunuydu ve elbet herkes kendi anadilini ayrıca kullanıp kültürel renkliliğini geliştirmekte serbest olmalıydı.

Cumhuriyetin ‘‘ulus-devlet’’ anlayışı, ödev-hak ve özgürlük kavramlarının yanyana getirilmesine hala da elverişlidir.

Yeter ki, böyle bir denklemin yarar, herkese anlatılabilsin.M.S

Düzeltme

Dünkü yazının sondan iki paragrafı anlamı tersine çevirecek şekilde çıkmış. Doğrusu şöyle: Böyle olduğu içindir ki, haince veya farkına varmadan o eski rollerin ‘‘modern’’ kılıklarına girenler, öğretimde tarihin derslerine ağırlık veren Harbiye ve Mülkiye gibi okulları pek sevmezler.



Yazarın Tüm Yazıları