Coşku kopukluğu

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Coşkuyla kutlandığı muhakkak da, acaba doğru yönlendirilmiş bir coşku muydu?

Cumhuriyet kavramına yakışan, ‘‘imtiyazsız sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz!’’ dedirtebilecek?

Belki 29 Ekim gecesi yaşanıp televizyon ekranlarıyla ülkenin her yanına yansıtılan bir sahne, maksadı daha iyi anlatmaya yarayabilir: On binlerce, yüz binlerce kişinin yığıldığı koskoca bir meydan; yükseklerde çalan bir senfoni orkestrası ve meydanın sıkışıklığında smokinli beylerle vals yapan bir avuç balerin!

Halka kalan, o da ancak becerebiliyorsa, dans eden beylerle hanımları seyretmek ve gökyüzüne fırlatılan havai fişeklere bakarak sevinç sesleri çıkartmaktır.

Fransızlar, Büyük İhtilal'in yıldönümü olan 14 Temmuz akşamlarında bütün kentlerin ve kasabaların sokaklarında dans ederler; ama bunlar, her köşede ve birkaç akordeon eşliğinde edilen, herkesin herkesle kaynaştığı danslardır. Halk, seyretmez, katılır.

29 Ekim gecesi, senfoni orkestralı, smokinli, balerinli ve valsli o gülünç gösteri yerine, meydanlarda, caddelerde davul-zurnalar olsa ve kemençeler çalsa, halk içinden geldiği gibi oynayıp eğlense fena mı olurdu?

Belki Anadolu'nun bazı köşelerinde bunlar da olmuştur; ama, o akşam Türkiye'nin televizyon ekranlarında seyredilen kutlama sahnelerinden bazısı böylesine anlamsız, hatta cumhuriyetçilik bakımından düşündürücü sahnelerdi.

Cumhuriyet, elbette yeni bir uygarlık projesiydi, yüzyılların alışkanlıklarını değiştirip yeni bir toplum, yeni bir yaşama tarzı yaratmayı amaçlıyordu. Başlangıçta, öncü azınlığın elbette birtakım hataları, taklitçi hevesleri, aşırılıkları olmuştu. Ama, aradan geçen üç çeyrek yüzyıldan sonra, onların yerine daha bütünleşmiş bir kültür koymuş olmak gerekmez miydi?

Bu açıdan bakınca, kutlamalarımızın bazısı, başarılarımızın değil, başarısızlıklarımızın sergilenmesi oluyor. Behçet Kemal'in göğüs kabartıcı sözleriyle ve bestenin düzgün prozodisiyle bir Onuncu Yıl Marşı da olmasa, hep birlikte ve gür sesle söyleyebileceğimiz tek melodimiz bile yok.

Hâlâ birbirinden kopuk bir toplumuz.

Bu kopukluk, farklı toplum kesitlerinin bir araya geldiği turizm kasabalarında daha çok kendini gösteriyor. İnanmayabilirsiniz ama, 29 Ekim gecesinin en sönük kutlandığı yer, genellikle ‘‘çılgınlıklar beldesi’’ sayılan Bodrum'du herhalde: Çirkin şekil ve yazılarla kötü bir ışıklandırmanın zaten rezil ettiği Şövalyeler Kalesi'nden fırlatılan birkaç fişek, Atatürk heykelinin çevresinde toplanıp birbirini alkışlayan bir avuç insan, hepsi o kadar. Ne coşkuda halka öncülük edecek görevliler var ortada, ne de ünlü ‘‘sivil toplum örgütleri’’nden bir kişi. Çağdaşlık cazgırlığını kimseye bırakmayan ve laik cumhuriyeti serbestçe içip sevişme özgürlüğünden ibaret sayan tipler bile o akşam ortalıkta yok.

Yine de üzülmemek gerek: Eğer, bütün bu kopukluklara, tersliklere ve ahmaklıklara karşın cumhuriyet hâlâ ayaktaysa, mayasında mutlaka bu toplumun büyük çoğunluğuna iyi gelen bir şey var demektir.



Yazarın Tüm Yazıları