Paylaş
Sydney Üniversitesi, Avustralya'daki üniversitelerin en eskisi ve en büyüğü. Tabii, ülkedeki Müslüman göçmen nüfus ve geçmişteki Anzak bağlantısı dolayısıyla, Türkler konusundaki ilgi de büyük.
Hem lisans ve doktora öğrencilerinde, hem de öğretim üyelerinde.
Ama, Türkiye'yi geçmişiyle, bugünüyle, iç ve dış sorunlarıyla derinliğine anlatabilecek uzman nerede? Osmanlı ya da Cumhuriyet dönemlerini öğretecek birileri, dersler için Türkiye'den gönderilme profesör falan? Hiçbiri yok.
Bereket, üniversitenin Avrupa ve Ortadoğu Etütleri bölümünde biri Ürdün, öbürü de Lübnan asıllı iki öğretim üyesi var da, o sayede örneğin ‘‘millet’’ kavramının Osmanlı'daki ve çağdaş Türkiye'deki değişik anlamlarından söz etmek, Ermeni ya da Yunan kökenlilerin söylediklerini doğru temellere oturtmak birazcık mümkün olabiliyor.
Türkiye ve Türkler konusundaki bilgi susamışlığını gidermek kolay değil. Kaldı ki, bu susamışlık zaman zaman aynı konularda Türk aleyhtarı girişimlerle, karar tasarılarıyla falan karşılaşan eyalet parlamentoları başkanlarınca da dile getiriliyor.
Bugünlerin Türkiye'sinde sıkça edilen bir söz, ülkeyi ‘‘periferi’’, yani bir ‘‘çevre ülkesi’’ olmaktan çıkarıp ‘‘merkezi konuma getirme’’ sözüdür. Daha açıkçası, başkalarının etkisinde kalıp peşlerinde sürüklenmek yerine, kendisi etki merkezi olup başkalarını sürükleyen bir ülke.
İstanbul'daki son ‘‘Yeni Atlantik Girişimi’’ toplantısında Dışişleri Bakanı Cem de buna benzer sözler söylemiş. Cumhurbaşkanı, zaten, her gittiği yere böyle sözlerle gidip böyle sözlerle dönüyor.
Elbette, bu konuda ilk sorulacak soru şudur: Türkiye, merkez ülke olmanın gerektirdiği güce sahip mi?
Merkez ülke, çevresine bilgi saçıp ilgi duyulan, olanak dağıtıp çıkar toplayan ülke demek.
Etkileme, sürükleme olanaklarına sahip.
Çevresinin çeşitli köşeleri konusunda bilgi donanımı olan, araştırma merkezleri kurup uzman yetiştiren, insanlarını çevreye yollayıp başkalarını kendine çeken.
Sovyetler Birliği dağılırken Orta Asya'daki Türk kökenli cumhuriyetler konusunda edilmiş büyük sözleri anımsıyor musunuz?
Bunlara karşı, palavrayla gerçek arasındaki uçurumu belirten satırları?
Ne oldu? O ülkelerde Türkiye merkezli bir çevre oluşmadığı gibi, Sovyetler'den kalma Rus etkisi de silinemedi ve hatta çok uzaklardaki başka merkezlerin etkisi bile ağır basmaya başladı.
Türkiye'ye hesapsız kitapsız ve plansız çağrılan binlerce öğrenci, kaynakların kıtlığını ve açıların darlığını görüp geri dönmedi mi?
Ülkeler boylarından büyük işlere kalkışmadan önce boylarını büyütmek zorundadırlar.
Belki, boyların büyük işlere uzanarak da büyüyeceği söylenebilir. Ama, gülünç olmamak için, hiç değilse büyüyünceye kadar büyük söz etmeden işe başlamak gerekmez mi?
Paylaş