Paylaş
Dört yıl önce, aşağı yukarı bu haftalarda, 1982 Anayasası'nın birazcık demokratikleştirilmesi için sürdürülen değişiklik girişiminde ilginç sahneler yaşanmıştı. DYP-SHP koalisyonu iktidardaydı. Başlattıkları girişim Ecevit'in DSP'since de desteklenmekteydi. Değişiklik maddelerinin birinci, hatta ikinci görüşmelerinde, yalnız bu partilerin üyeleri değil, hukuk devletinden ve demokrasiden yana gözükmek zorunda olan öbür partilerin lider ve hatip kadroları da özgürlükler konusunda mangalda kül bırakmıyor, ama sıra gizli oyla yapılan son oylamaya gelince çıkan sonuçlar hayli hayal kırıcı oluyordu. Kamu çalışanlarının sendikal hakları ya da 12 Eylül yasalarının Anayasa'ya aykırılığının ileri sürülebilmesi gibi konularda Meclis'in tutucu niteliği kendini göstermekte ve ilerici metinler suya düşmekteydi.
Parlamento şimdi bir başka Anayasa değişikliğiyle karşı karşıya. Ama bu kez, önerilen metinlerde, hukuk devletine doğru değil, ondan uzaklaşan bir yaklaşım egemen. Uluslararası tahkim, Danıştay'ın yetki alanını sınırlamakla kalmıyor, doğrudan doğruya Türk yargı sistemine güvensizlik ve onu dışlama anlamına geliyor. Bu niteliğiyle, kapitülasyonlardan da beter. Kapitülasyonlar, Osmanlı'da iş gören yabancıları devletin yargı sistemi dışında tutuyordu; bu ise, devletin yabancılarla işlerinde ulusal yargıyı dışlayıp dıştaki hakemlere güvenme anlamını taşımakta.
Anayasa değişikliğine önayak olan iktidarın niteliği de ilginç: Üçü de çeşitli açılardan ‘‘ulusalcı’’ olduğunu söyleyen üç partiden oluşmuş bir iktidar; ama girişimin ulusalcılıkla uzaktan yakından hiç ilgisi yok.
Muhalefet partilerine gelince, onların liderleri de ‘‘Tahkime karşı değiliz; ama bazı itirazlarımız var’’ diyorlar.
Fazilet Partisi'nin itirazlarını, Erbakan'ın siyaset yasağına ilişkin pazarlıklara bağlayıp konuyu basite indirgemek yanlış olur. Herkes gibi Erbakan da konuyu kendi kişisel hesapları için kullanıyor olabilir. Ama, FP'nin tutumunda iki ciddi endişeyi sezmemek mümkün değildir: Birincisi, büyük yatırımlarda Danıştay'ın devre dışı bırakılışına razı olmak, partiyi hukuk devletine bağlılık iddiasından büsbütün uzaklaştırabilir. İkincisi, Çiller'le ortaklık kurmadan önce bağımsızlık ve ulusal sanayi konularında sağlam bir çizgi tutturan, ancak o ortaklık yüzünden kendisiyle çelişkili durumlara düşen parti şimdi aynı görüntüye sürüklenmek istemiyor olabilir.
Çiller'in itirazları ise, inançlarında bir değişiklikten daha çok, Meclis Grubu'nun ve halk yığınlarına daha yakın olan tabanının uluslararası tahkim konusundaki çekingenliğinden kaynaklanıyordur.
Bu durumda, liderlerin tutumlarına karşılık milletvekillerinin nasıl davranacakları merak konusudur.
‘‘Devletin bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ve Anayasaya sadakat’’ gibi kavramlar üzerine ant içmiş olan milletvekilleri, liderlerinin düştükleri çelişkiden kendilerini kurtarabilmek için kapalı oy hücresinde vicdanlarıyla baş başa kalacaklar. Anayasa oylamalarının gizli oluşu bundandır.
Paylaş