Paylaş
Zaman zaman kendi kendinize soruyorsunuzdur: ‘‘Bu dünyanın biz Türkler'den istediği nedir, allahaşkına? Kıbrıs bitiyor, Ermeni terörü başlıyor; o bitiyor, arkasından Güneydoğu; biri sona ererken, öbürü; hiçbiri bitmiş değil. Nedir bizimle alıp veremedikleri?’’
Çeşitli parlamentolarda yeniden ‘‘soykırım’’ kararlarından, hatta yasa önerilerinden söz edilmeye başlayınca, bu çevrilmişlik ve bunaltılış duygusu da canlanmıştır. Zaten Türkiye, bir yandan Avrupa'dan dışlanır ya da en azından oranın dış çemberine itilirken, bir yandan da Ege'de önü kesilip göz göre göre bir kara ülkesi olarak kalmaya mahkûm edilmektedir. Ama, Fransa'daki soykırım tasarısı gibi girişimler, yalnız bugünkü sorunların değil, uzak geçmişte yaşanmış olayların da sorgulandığını ve üç kuşak önceki durumlara ilişkin hesapların bugünkü Türkler'den sorulduğunu gösteriyor.
Onlar ‘‘Kimseden hesap sormuyoruz; yalnızca tarihin unutulmamasını sağlıyoruz’’ deseler de.
Çünkü, daha birkaç yıl öncesine kadarki diplomat cinayetlerinde de görüldüğü gibi, faturayı yaşamlarıyla ödeyen yine şimdiki insanlarımız oluyor.
Bu bakımdan, ‘‘Bizden ne isteniyor?’’ sorusu, anlamsız bir soru değildir.
Sorunun yanıtı, kendimizdedir.
Dünya bizim kendimizden ne istediğimizi bildiği için, bizleri şaşırtmak, başımıza sürekli dert açarak düşüncemizi dağıtmak ve istediğimizi gerçekleştirmekten bizi alıkoymak peşindedir.
Türkiye, müthiş potansiyeli olan bir ülke; bugünün Türk toplumu da dünyanın en dinamik toplumlarından biri.
Bunu, herkes gibi biz de biliyoruz.
Ama, büyük bir tarihimiz ve ondan gelen engin bir gururumuz olduğu için, ülkenin ve toplumun bugünkü durumunu da kendimize yakıştırmayıp sürekli bir arayış içindeyiz.
Potansiyeli ve dinamizmi akıllıca kullanabilmenin yöntem ve kadro arayışı.
Halkın savruk çalışkanlığını verimli çalışmalara, dağınık dinamizmi örgütlü atılımlara dönüştürebilecek bir arayış.
Başımıza açılan sürekli dertler, bir bunalma duygusu yaratmanın ve bütün toplumu böyle bir arayıştan uzak tutmanın en etkili yolu olmaktadır.
Gözleri geçmişe çevirtmenin ve kompleks yaratmanın da.
Oysa, tam tersine, böyle durumlarda sıkı durmak, geçmişe yönelik ulusal davalardan ve geleceğe dönük iddialardan vazgeçmemek gerekir.
Falanca ülke karar aldı diye, tarihin gerçeklerine ve hukukun kurallarına uymayan bir soykırım suçlamasını kabullenmek gerekir mi?
Avrupa öyle istiyor diye Kıbrıs'tan vazgeçebilir misiniz?
Yunanistan'la savaşmaya kadar varabilir diye, Ege'deki iddiaları bırakıp ilelebet bir kara devleti olarak kalmaya razı olunur mu?
Dünyanın profesyonel insan hakçıları ayaklandılar diye, Türk-Kürt ayrımını benimseyip kültürümüzde olmayan bir ırkçılığa sürüklenebilir miyiz?
Bütün bunlara aldırış etmeden, içimizdeki arayışa devam etmek ve güçlü bir Türkiye durumuna gelerek bize çektirilmek istenenlerin hesabını başkalarından sormak daha doğru bir tutum değil midir?
Paylaş