Bulaşık

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Yaşanan olay, unutulacak gibi değildi. Geçen kasım ayının bir cumartesi günü Lahey'deki Türkiye Büyükelçiliği ikametgâhının üst kat pencerelerinden bakıldığında zihinlere kazılmış olan görüntü unutulamaz: Cadde yanındaki kanalın ötesinde gösteri yapan kadınlı erkekli bir PKK grubu. Bayrakları, pankartları ve artık kanıksanan her şeyleriyle. Yerde çiğnenen Türk bayrağının üzerine bir küçük çocuk, iki bilemediniz üç yaşlarında bir bebecik, çökertiliyor ve... çişşş!

Gazetelerde sık sık resmi çıkan, karnı kurşunla delinmiş o melek yüzlü masum bebeğe bakmak, elbet her defasında yürek sızlatır. Ama, neyi niçin yaptığını bilmeden bayrak üzerine işetilen Lahey'deki Türkiye vatandaşı küçücük çocuğun görüntüsü de aynı derecede yürek parçalayıcı değil midir? Onun masumluğu ile yaptırtanların hainliği arasındaki çelişki, yüzyıllar boyu iç içe olmuş insanlara yaşatılan trajedinin belki de en acıklı özetiydi.

Seyredilmesi, katlanılması zor, ama çok öğretici bir görüntü.

Hiç kuşkusuz, hepsinden daha trajik olan, büyükelçilik binasını korumak üzere sıralanmış ‘‘Avrupalı’’ polislerin görüntüsüydü. Onlar, çaresiz seyretmek zorunda kalan Türkler için olayın ne kadar hazmı güç bir görüntü oluşturduğuna aldırış etmeden seyredip gülüşmekteydiler.

Evet, bütün dosyaya baktığınızda en kötü sicil, Avrupa'nınkidir.

‘‘Kürt sorunu dediğiniz sorun, ırkçı önyargılardan doğan bir konu değil, Musul davasından beri yabancı ülkelerin politikalarından, kışkırtmalardan, içteki ihmal ve yanlış tutumlardan kaynaklanan çok boyutlu bir sorundur’’ dedik, inanmadılar ve bildikleri Musevi düşmanlığıyla karıştırdılar.

‘‘İşin içinde acımasız terörizm, haraççılık, kaçakçılık, uyuşturucu ticareti de var’’ dedik, aldırış etmediler ve insan hakları havariliğinin kolaycılığına kaçtılar.

‘‘Kucak açmayın ve tam tersine sizdeki uzantılarını ve beslenme kaynaklarını kurutun’’ dedik, yabancı düşmanlıklarını bile unutarak ‘‘Türkiye'de Kürtler'i kesiyorlar’’ diyen herkesi bağırlarına basıp rahat yaşama olanakları sağladılar.

‘‘Türkiye'yi çeşitli nedenlerle Avrupa Birliği'ne almak istemeyebilirsiniz; ama hiç olmazsa böylesine kanlı bir konuyu bahane etmeyin’’ dedik, her Allah'ın günü yayınladıkları bildirilerin, Meclis kararlarının içine bununla ilgili birkaç paragraf sokmadan edemediler.

Nihayet, ‘‘Madem elinize düştü; uluslararası hukuk çervesinde iade edin, yargılayalım’’ dedik, bin dereden su getirip birbirlerinin üstüne attılar.

Elbet, bu yüzkarası tablo içinde asıl sırıtan ve insanı komşuluk adına utandıran, Yunanistan'ın tutumu olmuştur.

Bir de ‘‘komşu’’ sıfatına bile layık olmayan Güney Kıbrıs'ın hali.

İnsan, bu ikilinin Ege sorunu, KKTC, Avrupa Birliği falan gibi bir yığın konuda Türkiye aleyhine çalışıyor olmasını, diplomasiye sığmayan her türlü çabaya başvurmasını, hatta fırsat kollarcasına sinsice silahlanmasını bir ölçüde anlayışla karşılayabilir. Hepsi tamam da, eli bunca masum insanın kanına bulanmış bir terörizme sahte pasaportla bulaşmak?!

Buna da ‘‘endaksi’’ denebilir mi?



Yazarın Tüm Yazıları