Paylaş
Ankara'ya ‘‘yapay kent’’ diyenler, Türkiye Cumhuriyeti'ne haksızlık etmiş olmamak için, Brezilya'nın başkenti Brasilia'yı görmelidirler.
Rio de Janeiro'dan kuzeybatıya doğru iki saat uçtuktan sonra, ülkenin ortalarında, Ankara civarının çoraklığıyla karşılaştırılamayacak kadar mümbit topraklı, uçsuz bucaksız bir düzlüğe varıyorsunuz. Irmak sularını barajla durdurarak oluşturulan kocaman gölün çevresine kurulmuş planlı bir kent.
Plan, tam bir uçak görünümünde: Uzun gövdenin baş tarafına doğru iki yana açılan kanatlar. Zaten, semtlerin adları da öyle: Sağ Kanat, Sol Kanat.
Resmi binalar, bakanlıklar ortada.
İlerici mimarların her çeşit çağdaş mimariyi deneyip heveslerini tatmin için bol fırsat buldukları, modern bir kent. Örneğin, bükük sütunlara dayandırılmış küre biçiminde, alışılmamış görüntülü bir kilise: Yer altından girip birdenbire büyüleyici bir kubbealtının aydınlığına çıkıyorsunuz.
Sonra, yanyana sıralanmış yabancı misyon mahalleleri, geniş arazi üzerinde kendi tarzlarında inşa edilmiş elçilikler. Örneğin, genç bir mimar çiftin, ODTÜ'lü karı-koca Aşkın'ların yapıtı bir Türkiye Büyükelçiliği: Görüntüsüyle, işlevselliğiyle, her şeyiyle, herkese ‘‘Tek kusuru, havuzunun sığ oluşu!’’ dedirtecek kadar başarılı.
Evet, birçok yönüyle iyi planlanmış, nüfusu gitgide artan, on milyonu aştığı zaman bile geniş caddeleri ve mükemmel altyapısıyla yine ferah kalacağı belli, çağdaş bir başkent Brasilia.
Ama, hâlâ yapay.
Ankara öyle mi?
Bir kere, küçük bir kasaba olarak başkent yapıldığı zaman da yaşayan, tarih yüklü, hem de cumhuriyetin kuruluş tarihiyle yüklü bir kent.
Alman mimar Jansen'in ‘‘Büyüse büyüse 300 bin nüfuslu bir yer olur’’ diye yaptığı planın çoktan iflas ettiği, düzensiz kentleşmenin artık yapaylıktan asla söz ettirmeyecek doğal bir başıboşluk yarattığı doğrudur. Fakat, Brasilia'da olmayan bir taraf var ki, yapılacak herhangi bir karşılaştırmada Ankara'yı kesinlikle öne çıkarıyor: Kültürel canlılığı. Brezilya'nın başkenti, mükemmel üniversitesi dışında, o bakımdan çok yoksul.
İşin bu yanı, Kemalist yaklaşımın çok önemli bir yönüyle, belki de en önemli özelliğiyle ilgilidir: Cumhuriyetin, basit bir rejim değişikliğinden öteye, yeni bir ‘‘yaşam projesi’’ oluşu.
Brasilia, nihayet Başkan Kubitschek'in ‘‘Başkent ülkenin ortalarında olmalı’’ diyen eski bir Anayasa hükmünü yerine getirerek 1960'larda kurmaya başladığı bir kent. Ankara ise, yeni başkent kurma iddiasını kat kat aşan, çok daha büyük bir iddianın başlatıldığı ve ilk kez uygulandığı yer.
Bir toplumun yaşam biçimini değiştirme iddiası.
Giyim kuşamıyla, yazısıyla, diliyle, bilimiyle, tarih anlayışıyla, sanatıyla, müziğiyle her şeyiyle.
Ankara'yı güzel yapan, bulvarları, binaları değil, hamurundaki bu devrimciliktir.
Çirkinleştiren de, gecekondularından ve hava kirliliğinden çok, bu devrimci hamurun yok edilişidir. Hem de, devrimci yaklaşımları ‘‘1930'larda kalmışlık’’ diye hafife alan iktidar sahibi sözde solcuların eliyle.
Paylaş