Paylaş
Dün Londra'da başlayan teknik bir toplantı, sanıldığından çok daha önemli.
Görünürde, İMO kısa adıyla anılan Uluslararası Denizcilik Örgütü'nün bir toplantısı söz konusu; ama, toplantının gerisinde, Türkiye'nin kendi suları üzerinde egemen olup olamayacağını sorgulayan bir yaklaşım yatıyor.
Sorun, İstanbul ve Çanakkale Boğazları'ndan geçişin düzenlenmesi konusudur. Bu düzenlemeyi Türkiye mi yapacak, yoksa bir uluslararası hukuksal yapı mı oluşturulacak? Türkiye sıkboğaz ediliyor.
Konunun bu noktaya gelişindeki sorumluluğun yarısı Montreux'yü kurcalamak ve kendi çıkarları uğruna Türkiye'yi zor duruma sokmak isteyenlerdeyse, kabul edelim ki, yarısı da birkaç yıl öncesine kadar Türkiye'yi yönetenlerdedir.
Çünkü, Hazar ve Kafkasya petrollerini Akdeniz'e taşıyacak boru hatlarını Türkiye'den geçirtme davasıyla Boğazlar'dan güvenli geçişi birbirine karıştırıp sanki ikincisi birincisi için kullanılıyormuş izlenimini veren onlar oldu. Şimdiki güçlük, bu izlenimden kaynaklanıyor.
Türkiye ne dese ve ne yapsa, hep bu bağlantı akla gelmekte.
Oysa, iki konu birbirinden ayrı. Boru hatları Anadolu'dan geçse de, Boğazlar'dan güvenli geçişin ciddi biçimde düzenlenmesi yine gerekecek.
Londra'daki toplantıdan kısa bir süre önce, geçen hafta, 3-7 Mayıs tarihleri arasında Singapur'da da aynı konuyla ilgili sayılabilecek bir toplantı oldu: INTERTANKO adıyla bilinen Bağımsız Tanker Sahipleri Uluslararası Derneği'nin olağan toplantısı.
İstanbul'daki ORSA ve KARDEN şirketlerinden ilgililerle birlikte Denizcilik Müsteşarlığı Deniz Ulaştırması Genel Müdürü'nün de katıldığı bu toplantıya Türkiye ‘‘Water also burns!’’, yani ‘‘Deniz de yanar!’’ adıyla bir kısa film sundu. Boğaz'daki yangınları gösteren bu filmin etkileyici olduğu söyleniyorsa da, tankercilerin geçişi uluslararası nitelikte bir güvenlik sistemine bağlama eğilimlerini belli eden konuşmalar da eksik olmamış.
Niçin?
Çünkü, Türkiye, hem boru hatları politikasıyla bu konuyu birbirine karıştırmış, hem de vaveyla kopardığı konuda herkesi rahatlatıcı bir güvenlik sistemi kurmakta gecikmiştir. Şimdi, gecikmeden yararlanmak isteyenler, ‘‘Türkiye bu işi beceremiyor; biz ortaklaşa yapalım’’ demeye başlamışlardır.
Rusya başta olmak üzere.
Yunanistan da boş durur mu?
Ne var ki, Türk delegasyonu bu kez iyi hazırlanmış bir projeyle çıkıyor.
‘‘Dört başı mamur’’ bir proje: Birinci kanadı, gece görüş araçları ve elektronik ölçerleriyle gemi trafiğini düzenleyen teknik sistem; ikincisi, radar donanımı ve altyapı; üçüncüsü kurtarma ve söndürme araçları; dördüncü kanat da, sistemi çalıştıracak olanların eğitimi.
Demek ki, istenince yapılabiliyor.
Öyleyse, niçin vaktinde yapılmaz da, Türkiye'yi sıkboğaz ettirten Montreux'yü tehlikeye düşüren bir tablo yaratılır?
Üstelik, böyle durumlardan sıyrılmak bedelsiz de olmaz: Güney Kıbrıs gemilerinin Türk limanlarına girişlerine konan yasağın tam bu konferans öncesi kaldırılmış olması aynı sıkışık durumdan kaynaklanan bir bedel değil mi?
Hele, karşılığında Kuzey Kıbrıs limanlarına konan ambargo kırılmazsa?
Paylaş